TALEP – YÖNLÜ İKTİSADIN TEORİK VE ANALİTİK ÇERÇEVESİ
Talep-yönlü iktisadı, ekonomide etkin kaynak kullanımının sağlanması,
ekonomik büyüme ve kalkınmanın gerçekleştirilmesi, adil bir gelir ve servet
dağılımının temini ve ekonomik istikrarın sağlanması için devletin “toplam
talep” üzerinde yönlendirici kararlar almasını öneren bir iktisadi düşünce
olarak tanımlamak mümkündür. Talep-yönlü iktisadın teorik temelleri J.M.
Keynes tarafından 1936 yılında yayınlanan “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel
Teorisi” adlı eserde yer almıştır. Keynes, kısaca “Genel Teori” olarak anılan
eserinde klasik iktisadi düşünceyi başlıca şu açılardan eleştirmiştir:
1. Klasik iktisatçılardan Jean Baptiste Say tarafından “arz kendi talebini
yaratır” (supply creates its own demand) şeklinde ifade dilen Piyasalar
Kanunu (The Law of Markets) gerçek iktisadi yaşama uygun değildir. 1929
Büyük Depresyonu açık bir şekilde toplam talep yetersizliğinden
kaynaklanmıştır. Toplam talep, klasik iktisatçıların iddia ettikleri gibi arzın bir
fonksiyonu değildir. Aksine toplam arz, toplam talebin bir fonksiyonudur ve
toplam talep tarafından yönlendirilir. Keynes’e göre ancak “üretim ve
istihdamın bütün düzeyinde toplam talep fiyatının toplam arza eşit olduğu
noktada arz kendi talebini yaratır” (Keynes, 1967; 21). Keynes’in Genel
Teorisi, 1929 Büyük Depresyonunun ortaya çıkardığı işsizlik ve yetersiz
üretimin sebebi olarak “efektif talep” teki yetersizlikleri görmekte ve Say’ın
Piyasalar Kanunu’na karşılık olarak “talep kendi arzını yaratır” (Demand
creates ıts own supply) görüşünü savunmaktadır. Bu görüşün gerisinde,
talep yükseldiğinde bunun üreticilerin yatırım arzlarını da artıracağı görüşü
yatmaktadır (Cowen, 1982; 178-182, Evans, 1982; 33-34). Keynesyen
İktisat, özel tüketim ve yatırım harcamalarının yetersizliği durumunda, yani
depresyon dönemlerinde, devletin “telafi edici maliye politikası”
(compensatory fiscal policy) uygulayarak özel tüketim ve yatırım
harcamalarını uyarmasını önermektedir.
2. Klasik iktisat teorisinde savunulduğu gibi ekonomi her zaman tam
istihdam denge düzeyinde bulunmaz. “Görünmez el” in ekonomiyi
“kendiliğinden” ve “daima” tam istihdam denge düzeyinde koruması mümkün
değildir. Tam istihdam denge düzeyinden sapmalar, devletin düzenleyici ve
müdahaleci önlemler almasını gerektirir. Keynes’e göre, laissez-faire politikası
tutarsızdır. Toplam arz ve toplam talep arasındaki dengesizlikleri devletin
mali ve parasal araçlarla gidermesi gerekir.
3. Tasarruf ve tüketim fonksiyonlarını faiz oranı değil, gelir belirler. Diğer bir
deyişle, tasarruf, klasik iktisatçıların savundukları gibi faizin değil, gelirin bir
fonksiyonudur. Faiz hadleri para arzı ve talebi arasındaki ilişkilere göre
belirlenir.
4. Klasik Miktar Teorisi geçersizdir. Para arzında meydana gelen artışların
tamamı enflasyonist değildir. Para arzındaki artışların bir kısmı muamele
motifi (transactions motive) dışında, spekülasyon motifi (speculative motive)
ve ihtiyat motifi (precautionary motive); ile belirli bir süre harcanmadan elde
tutulmaktadır (Keynes, 1967; 170).
5. Ücret düzeyinin düşmesi ile istihdam hacminin her zaman genişlemesi
beklenemez. Zira, üretim tekniği veri iken istihdam düzeyini, emeğin marjinal
verimini ve reel ücreti belirleyen etken efektif taleptir.
Bu açıklamalardan sonra şimdi Genel Teori’ nin analitik yapısını incelemeye
çalışalım: Bilindiği üzere Keynes, Genel Teorisi ile 1950’li yılların başlarından
1970’ li yılların sonlarına değin geçen dönemde iktisat politikasına hakim olan
makro iktisat teorisinin temellerini ortaya koymuştur. Keynes, bu ünlü
eserinde makro ekonomik denge oluşumunu “efektif talep” ilkesinden
hareketle tüketim, yatırım ve tasarruf fonksiyonları vasıtasıyla incelemeye
çalışmıştır. Keynes’e göre, bir ekonomide üretim faktörlerinin kullanıldığı
sınıra kadar toplam arz elastikliği sonsuz varsayılabilir. Diğer bir deyişle, tam
istihdam denge düzeyine kadar toplam talepteki her artış arzı da peşinden
sürükler. Bu bakımdan denge gelir düzeyini belirleyen etken efektif taleptir.
Keynes, efektif talebi bir toplumda müteşebbislerin mevcut istihdam
seviyesinde sahip oldukları üretim faktörlerinden elde etmeyi umdukları
gelirin toplamı olarak ele almaktadır. Keynes Genel Teori' de şu tanımı
yapmaktadır: “Efektif talep, müteşebbislerin elde etmeyi umdukları toplam
gelir (ya da hasıla) dir ve bu kavram cari istihdam düzeyinde diğer üretim
faktörlerinin gelirlerini de kapsar. Toplam talep fonksiyonu, çeşitli hipotetik
istihdam hacimleriyle üretimden elde edileceği umulan hasılat arasında ilişki
kurar; efektif talep, toplam talep fonksiyonunun etkin olduğu noktadır. Arz
koşulları ile birlikte ele alındığında, efektif talep müteşebbislerin kar
beklentisini maksimize eden istihdam düzeyine uygun düşer.” (Keynes, 1967;
55).
Efektif talep, Keynes’in modelinde tüketim ve yatırım harcamalarının
toplamından oluşur. Keynes’e göre ekonomi, klasik iktisatçıların ifade ettiği
gibi her zaman tam istihdam denge düzeyinde bulunmayacağından,
ekonominin içinde bulunduğu konjonktüre göre devletin tüketim ve yatırım
harcamalarını artırması (azaltması), yani efektif talebi bir araç olarak
kullanması gerekmektedir.
Keynes’e göre makro ekonomik denge açısından efektif talep stratejik bir
role sahiptir. Keynes, efektif talebi yaratan başlıca üç fonksiyondan söz
etmektedir: Tüketim fonksiyonu, tasarruf fonksiyonu, yatırım fonksiyonu.
Keynes Genel Teorisi’nde tüketime özel bir ağırlık vermiştir. Keynes’e göre,
“tüketim bütün ekonomik faaliyetlerin tek amacıdır. İstihdam imkanları
zorunlu olarak bir dereceye kadar toplam talep ile sınırlıdır” (Keynes, 1967;
104). Tüketim fonksiyonu, tüketicilerin harcama eğilimlerini gösterir.
Tüketim harcamaları milli gelirlerin artan bir fonksiyonudur.
Keynes’e göre efektif talebin diğer bir unsuru tasarruf fonksiyonudur.
Tasarruflar da milli gelirlerin artan bir fonksiyonudur. Genel Teori’ de yatırım
fonksiyonu ise milli gelir değişmelerinden bağımsız (otonom yatırımlar) ve
milli gelirin artan bir fonksiyonu (uyarılmış yatırımlar) olarak ele alınmıştır.
Bağımsız yatırım fonksiyonunda; girişimcilerin, yatırım kararlarını milli gelir
düzeyinde belirlemediği varsayılmaktadır. Girişimciler yatırım kararlarını
verirken, kullandıkları sermayeye ödedikleri faiz ile yatırım sonunda elde
edeceği yararı karşılaştırır. Yatırımın belli dönemler sonunda girişimciye
sağladığı yarar yani sermayenin marjinal etkinliği faiz haddinden büyük ise
girişimci yatırımı karlı bulur, aksi durumda ise girişimci yatırım yapmaktan
vazgeçer. Keynes, Genel Teori’ de şu görüşlerini belirtmektedir: “Yatırım
oranındaki bir artış (azalış) tüketim oranında da bir artış (azalış)
doğuracaktır. Çünkü toplumun davranışı genellikle, gelirlerinin yükselmesi
(azalması) halinde, gelirleri ve tüketimleri arasındaki açığı
genişletmeleri(daraltmaları) temayülündedir. Yani tüketim oranındaki
değişiklikler, genel olarak gelir oranındaki değişiklikler ile aynı oranda ve
ancak miktar olarak azdır” (Keynes, 1967; 248).
Genel Teori’ de makro ekonomik dengenin; toplam arz ile toplam talebin
eşitlendiği noktada veya toplam yatırımlar ile toplam tasarrufların eşitlendiği
noktada gerçekleşeceği belirtilmektedir. Toplam talebin arzdan fazla olması
(veya yatırımların tasarruflardan fazla olması) durumunda, ekonomide bir
enflasyonist açık ortaya çıkar. Toplam talebin toplam arzdan az olması
(yatırımların tasarruflardan az olması) durumunda ise bir deflasyonist açık
söz konusu olur. Keynes’e göre enflasyonist ve deflasyonist açığın
giderilmesi, devletin efektif talebi yönlendirmesi ile mümkün olur. Örneğin;
devletin depresyon dönemlerinde kamu harcamalarını artırması ve vergi
oranlarını indirmesi gerekir. Enflasyon dönemlerinde ise bunun tersini
yapması gerekmektedir. Keynes’e göre, devletin efektif talebi yönlendirmesi
otonom yatırımları artırması ile söz konusu olur. Keynes, otonom
yatırımlardaki artışın milli gelirde meydana getirdiği artışı veya azalışları
“çarpan” kavramıyla açıklamaktadır. Devletin kamu harcamalarını artırması,
sonuçta ekonomide milli gelirde ve dolayısıyla tüketim harcamalarında
artışlar doğurur. Keynes, tüketim malları talebindeki değişmelerin ise bu kez
yatırım harcamalarını uyaracağını belirtmektedir. Bu şekilde uyarılmış
yatırımlar da “hızlandıran” katsayısı kadar milli geliri artıracaktır (Keynes,
1967; 135-146).
Keynes, Genel Teorisi ile klasik iktisatçıların işsizlik sorununa ilişkin
yaklaşımlarını da eleştirerek bu konuda farklı bir yaklaşım ortaya
koymaktadır. Bilindiği üzere; klasik iktisat teorisi, işsizliğin nedeni olarak,
işçilerin tam istihdam denge düzeyindeki marjinal verime eşit ücrete razı
olmamalarını, daha yüksek ücret talep etmelerini göstermektedir. Klasik
iktisat teorisinde, emek arzı reel ücretin bir fonksiyonu olarak kabul
edilmiştir. Keynes, klasik iktisatçılardan farklı olarak iradi işsizlik dışında gayri
iradi işsizlik üzerinde de durmuştur (Keynes, 1967; 15). Keynes’ e göre, gayri
iradi işsizlik sorununun çözümü için devletin yatırımları artırarak emek
talebini genişletmesi gerekmektedir.
Prof.Dr.Coşkun Can Aktan