|Refleks|-Oyun,Tasarım,Film,Program,Tek link,İndir
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

|Refleks|-Oyun,Tasarım,Film,Program,Tek link,İndir


 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 beşinci kuvvet nedir?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Uyus_Sweeti
Genel Yetkili
Genel Yetkili
Uyus_Sweeti


Ruh Hali : beşinci kuvvet nedir? Deli10
Mesaj Sayısı : 392
Rep Puanı : 11970
Teşekkür Aldı : 11
Kayıt tarihi : 30/10/09
Nerden Nerden : Kocaeli
Lakap Lakap : Hacı

beşinci kuvvet nedir? Empty
MesajKonu: beşinci kuvvet nedir?   beşinci kuvvet nedir? EmptyPtsi Kas. 30, 2009 9:23 am

Evren'in nasıl ortaya çıktığını tam olarak bilen yok.. Gerçi neredeyse
sonsuz sıcaklıkta ve sonsuz küçüklükte bir noktanın 13-15 milyar yıl
önce büyük bir patlamayla aniden genişlemesiyle varlık kazandığı
yolunda yadsınamayacak kanıtlar var. Ama başlangıçta bir bütün olan
dört temel doğa kuvvetinin nasıl ayrıştığı, Evren'in neden oluştuğu,
yoğunluğu, biçimi kesin olarak bilinmiyor.Oysa nasıl sona ereceği
neredeyse kesin: Öyle anlaşılıyor ki, gidişimiz, gelişimiz gibi
görkemli ışık gösterileriyle olmayacak. Bunu kanıtlayan yeni gözlemler
var. Başta, Evren'in artan bir hızla genişlemesi geliyor. Gözlemler,
ortaya bazı güç sorular da çıkarmıyor değil. Ancak, bu soruları
yanıtlayacak araçlar, kuramsal planda da olsa geliştirilmiş bulunuyor.
Son yıllarda genişlemeyi açıklamak için kütle çekiminin tersi bir etki
yapan bir kozmolojik sabitten söz edilir olmuştu. Şimdiyse fiziğin can
simidi, "beşinci kuvvet" diye adlandırılıyor değişken bir boşluk
enerjisi.

Önümüzdeki birkaç on bin yılda insanlık kendi kendini yok
etmez,teknolojisini geliştirip gezegenden gezegene atlayarak uzaya
yayılırsa torunlarımızın en şanslı olanları sırayla şunları
görecek:Yaşamımızı borçlu olduğumuz yaklaşık 5 milyar yaşındaki
Güneş,bir o kadar yıl sonra yakıtını tüketip ölecek..Güneşten daha
küçük oldukları için ömürleri bir o kadar daha uzun kütlesi Güneş
kütlesinin 1/10000 i olan bir yıldız sönecek.Gökadalarda arta kalan
yıldızlarsa bir tür ışınım olan kütle çekim dalgalarının etkisiyle
giderek merkeze yaklaşacak ve sonunda orada bulunan dev kara delik
tarafından yutulacak.Evrendeki tüm ölü yıldızlardaki tüm protonlar da
bozunacak ve bir dizi aşamadan sonra pozitron ve fotonlara dönüşecek.
Bu da demek ki ölü yıldızlar sonunda pozitron ve elektronlara
ayrışacak. Elektron, Evren'i oluşturan maddelerden biri, pozitronsa bir
karşı madde olduğu için bunlar bir araya gelip birbirlerini yok etmek,
ve iki fotona dönüşmek isteyecek. Ancak Evren artık öylesine geniş ki
bunlar kolay kolay bir araya gelecek. O halde perdede SON yazarken,
donan son karede tek tük elektron, pozitron ve enerjisini yitirmiş
foton, belli belirsiz görünecek.Peki filmin böyle biteceğini ne
biliyoruz? Neden ters sarılmış bir film gibi başa dönmeyelim? Neden
Evren giderek küçülmesin? Neden soğuyacağına giderek ısınmasın? Neden
yıldızlar ve gökadalar sıkışıp birbirleriyle biri eşmesin? Neden
nötronlar, protonlar sıkışıp giderek daha küçük, daha egzotik temel
parçalara dönüşmesin? Neden temel doğa kuvvetleri başlangıçtaki gibi
bütünleşmesin? Neden o sonsuz sıcaklık ve yoğunluktaki tekilliğe
dönmeyelim?

Nedeni, gözlemlerimizin bize Evren'in genişleme hızının arttığını
göstermesi. Evren'in genişlediğini Amerikalı gökbilimci Edwin Hubble'ın
1929 yılında uzak gökadaların bizden, yakındakilere göre daha büyük bir
hızla uzaklaştıklarını göstermesinden bu yana biliyoruz. O zamandan bu
yana, daha güçlü teleskoplarla yapılan gözlemler, Evren'in büyük
patlamadan bu yana sürekli olarak genişlediğini kuşkuya yer
bırakmayacak biçimde gösterdi. Genişlemenin bir kanıtı da Evren'in her
yerini dolduran mikrodalga fon ışınımı. Büyük patlamadan yüz binlerce
yıl sonra Evren'in yaklaşık 3000°C'ye kadar soğuması ve protonların
elektronları yakalamasıyla ışığın serbestçe kaçtığı noktayı gösteren bu
ışınım, Evren'in genişlemesiyle bugün elektromanyetik tayfın mikrodalga
tayfına kaymış ve enerjisi, yaklaşık 2,7 K sıcaklığa karşıt olacak
kadar azalmış bulunuyor.Ancak genişleme, tek başına sonumuzun ne
olacağını göstermiyor ki...Bir kere kütle çekiminin bu genişlemeyi
yavaşlatması gerek. Kütlenin aslında enerjiyle eşlenik olduğunu
görmüştük.Geleneksel kozmoloji, Büyük patlamadan belirli bir süre
geçtik'ten sonra Evren'in maddenin egemenliği altına girdiğini
varsayar. Böyle olunca da Evren'in geometrisine, buna bağlı olarak da
içindeki maddenin yoğunluğuna bağlı olarak genişlemenin üç yoldan
birini izleyeceğini söyler. Eğer madde yoğunluğu belirli bir kritik
değeri aşarsa, Evren "kapalı" demektir. Yani genişleme bir noktada
duracak ve daha sonra büzülme başlayacak ve sonunda Evren kendi üzerine
çökerek yok olacak. Yoğunluğun kritik değerin altında olması halindeyse
Evren "açık" demektir.Bu durumda genişleme sonsuza kadar sürecek.
Yoğunluğu n kritik değere eşit olduğu durumaysa "düz Evren" deniyor:
Genişleme gene sonsuza değin sürecek, ama giderek azalan bir hızla.
Aslında enerji yoğunluğunun, kritik yoğunluğa eşit yada çok yakınında
olması gerekiyor. Çünkü Evren'in başlangıcından bu yana en az 13 milyar
yıl geçtiğine inanılıyor. Eğer yoğunluk kritik değerin altında yada
üstünde olsaydı, çok daha kısa sürede, bizlerin ortaya çıkmamıza olanak
vermeden genişlemesi, yada hemen geri çökmesi gerekirdi.

Evren'in kritik yoğunlukta olduğunu varsaysak bile sorunumuz tam
anlamıyla çözülmüyor. Bir kere madde, bu yoğunluğu tek başına
sağlayamaz. Çünkü Evren'in yarıçapında meydana gelen her bir misli
artışın, enerji yoğunluğunu sekiz kat azaltması gerek. Üstelik son
yıllarda yapılan gözlemler, baryon dediğimiz, tanıdık parçacıklardan
oluşmuş maddenin, Evren'in çok küçük bir bölümünü oluşturduğunu ortaya
koydu. O halde nasıl oluyor da, enerji yoğunluğu kritik düzeyde
kalıyor?Gözlemlerin doğruluğuyla ilgili kuşkular giderildikten sonra
gözler ister istemez Evren'deki karanlığa çevrildi. Evren'deki bu
olağanüstü boşluğu dolduracağına inanılan "karanlık madde" arayışları
başladı. Bu ışıma yapmadığı için görülemeyen maddenin bir bölümünün,
gezegen, sönmüş yıldızlar, kara delikler gibi bildiğimiz madde
biçimleri olabileceği düşünüldü. Hele son derece zayıf etkileşimli
nötrinoların, çok küçük de olsa bir kütleye sahip olduklarının
kanıtlanması, bilmecenin çözümü konusunda yeni umutlar yarattı. Bu
arada, bildiğimiz madde türleri dışında, zayıf etkileşimli egzotik
parçacıklardan oluşan karanlık madde türleri için yürütülen aramalara
da hız verildi.Gene de bütün bunlar enerji açığını kapatmaya yetmedi.
Üstelik Evren'in genişlemesiyle ilgili son bulgular, sorunu daha da
çetrefilleştirdi.Evren'in hangi hızla genişlediğini bilmek için
standart ışık kaynakları gerekli. Hubble, 1920'li yılların sonunda
yaptığı hesaplamalarda, gökadaların tümünün aynı parlaklıkta olduğunu
varsaydı. Ona göre parlak gökadalar daha yakın, sönük olanlarsa daha
uzak olmalıydı. Hesaplamadığı şey, gökadaların çok farklı büyüklerde
olabileceği gibi, aynı gökadanın da zamanla olgunlaşacağı ve
dolayısıyla parlaklığının değişebileceği gerçeğiydi. Bu nedenle
gökbilimci, kendi adıyla Hubble Sabiti diye anılan genişleme oranını
yanlış hesapladı. Hubble, gökadaların her megaparsekte (3,26 milyon
ışık yılı) saniyede 500 kilometre artan bir hızla uzaklaştıklarını
açıkladı. Bu oran, günümüzde hala tartışmalı olsa da, Hubble Sabiti'nin
değeri 55-70 km olarak kabul ediliyor.

Daha sonra, 1970'li yıllarda kozmologlar standart ışık kaynağı olarak
muazzam ölçülerde ışık yaydıkları için çok uzaklardan gözlenebilen ve
enerjilerini, gökadaların merkezlerindeki büyük kütleli kara
deliklerden alan kuasarları benimsediler. Ancak kısa sürede görüldü ki,
kuasarlar kendi aralarında gökadalardan bile daha fazla
farklılaşıyor.Sonunda kozmologların imdadına la türü denen çok özel bir
süpernova biçimi yetişti. Normalde süpernovalar, çok büyük kütleli
yıldızların yakıtlarını tüketerek merkezlerinin çökmesiyle meydana
gelen patlamalar. Bu çöküşün yarattığı şok dalgası, yıldızın hidrojen
ve merkezde pişerek daha ağır elementlere dönüşmüş dış katmanlarını
büyük bir padamayla uzaya saçar. la türü patlamalarsa, Güneş benzeri
yıldızların başına gelen özel bir son. Bu yıldızlar, ömürlerini
tamamladıklarında dış katmanlarını bir gezegenimsi bulutsu biçiminde
yavaşça uzaya bırakırlar.Merkezleriyse sıkışarak ısınır ve giderek
soğuyup gözden kaybolacak, yaklaşık Dünya boyutlarında bir "beyaz cüce"
haline gelir. Sıkıştığı için kütle çekim gücü olağanüstü artan bu beyaz
cücelerden bazıları, zaman içinde yakınlarından geçmekte olan bir
yıldızdan madde çalmaya başlar. Üzerine çektiği maddeyle irileşen beyaz
cüce, 1,4 Güneş kütlesine vardığı anda merkezindeki karbon ve oksijen
yanmaya başlar ve çok hızlı bir zincirleme tepkimeyle yıldız patlar.
Kütlesini oluşturan tüm madde saniyede 10 000 km hızla uzaya saçılır.
Bu patlamalar öylesine güçlüdür ki, bizden milyarlarca ışık yılı
ötedeki gökadalarda bile kolaylıkla saptanabilirler. Ayrıca biliyoruz
ki, hepsi aynı süreci izlediklerinden, parlaklıkları da aşağı yukarı
aynı. Bu durumda gökbilimciler, parlaklık değişimlerini inceleyerek
patlamaların olduğu gökadaların uzaklığını, en çok yüzde 12 hata
payıyla saptayabiliyorlar. Bu tip süpernovalar çok yaygın olarak
gözlenen olgular değil. Tipik bir gökadada 300 yılda bir
görülebiliyorlar. Ancak binlerce gökadayı izlediğinizde, yaklaşık her
yarım saatte bir bu türden bir süpernovayla karşılaşabiliyorsunuz.
Evrendeyse o kadar fazla gökada var ki (en az 150 milyar), her birkaç
saniyede bir, la türü bir süpernovanın ortaya çıkması gerek.la türü
süpernovalar, güvenilir bir standart ışık kaynağı olarak kendilerini
kanıtladılar. Ancak fizikte her zaman olduğu gibi, ortaya attıkları
sorular, yanıtlayabildiklerinden çok daha fazla:Bundan 5 milyar yıl
kadar önce çok uzaklardaki bir gökadada çoktan ölmüş bir yıldız,
birdenbire 1 milyar Güneş'ten daha parlak bir patlamayla yok oldu.
Patlamanın ışığı, giderek sönükleşerek ve genleşerek uzay-zaman içinde
yol almaya başladı ve nihayet patlama sırasında henüz oluşmamış olan
Dünya'ya ulaştı. 1997 yılında bir gece bu ışınımdan arta kalan birkaç
yüz foton 10 dakika süreyle Şili'deki bir teleskopun aynasına çarptı ve
bilgisayarlarca kaydedildi. Bu tür süpernovaları inceleyen kozmologlar
ekibiyle benzer araştırmalar yapan rakip bir grup, bu ve benzeri
patlamalar üzerinde yaptıkları çalışmalar sonunda şu sonuca vardılar.
Bu patlamalar, olması gerekenden daha zayıftı. Önce ışığın aradaki toz
bulutlarından etkilenip etkilenmediklerini baktılar. Toz, daha çok mavi
ışığı perdelediği için, tozdan geçen ışık, olduğundan daha fazla
kırmızı görünür.Gözlemcilerse böyle bir etki saptamadılar. Ayrıca
değişik yönlerdeki patlamalardan gelen ışığın parlaklığında, toz
bulutlarının etkisine bağlı olması gereken oynamalar da görülmedi.
Araştırmacılara göre gözlemler iki biçimde yorumlanabilirdi: Bunlardan
birincisi, Evren'in sanıldığı gibi düz değil, negatif bir eğriliği
olması, yani geometrisinin eğer biçiminde (hiperbolik) olması.

Çünkü bu biçimdeki bir evrende, eski bir süpernovanın oluşturduğu geniş
ışınım küresi, düz bir evrendekine oranla daha geniş bir alana sahip
olur. Böyle olunca da ışınımın kaynağı, olması gerekenden daha zayıfmış
gibi görünür.Uzak süpernovaların şaşırtıcı zayıflığının bir nedeni de
bunların, kırmızıya kayışlarının gösterdiğinden daha uzakta olmaları.
Başka bir açıdan bakılınca, bu uzak süpernovaların taytlarındaki
kırmızıya kayış, beklenenden daha düşük görünüyor. Bununsa olağanüstü
önemde sonuçları var: Demek ki, Evren, geçmişte sanıldığından daha
düşük bir hızla genişlemiş. Demek ki genişleme hızı geçmişe oranla
artıyor.Daha doğru bir ifadeyle, kütle çekiminin genişlemeyi yavaşlatma
hızı düşüyor. Peki bunun anlamı ne? Anlamı şu:madde yoğunluğu geçmişte
daha yüksekti. Bunu zaten görmüştük. Evren'in yarıçapı bir misli
arttıkça içindeki madde yoğunluğu sekiz kat azalıyor. OyS!\ madde
yoğunluğu demek enerji yoğunluğu demek. Enerji yoğunlununsa sabit
olması gerekiyor. Evren'in ilk anlarındaki enerji yoğunluğu neyse,
işlevi de aynı olmalı. O halde Evren'e bugünkü düz görünümünü veren bir
enerji olmalı. Araştırmacılar şaşırmakta haklı değil mi? Şimdiye kadar
kozmik ölçekte etki yapan tek kuvvet kütle çekimi değil miydi? Bu kütle
çekiminin de gökadaları birbirine yaklaştırması, ve Evren'in
genişlemesini frenlemesi gerekmiyor muydu? Oysa eğer genişleme
hızlanıyorsa bir şeyin kütle çekimine ters yönde etki yapması
gerekiyordu...cisimleri birbirine yaklaştıracak yerde uzaklaştıracak
bir kuvvet; çekme yerine itecek bir kuvvet. Ama ortada görünen bir şey
yok. Yalnızca boşluk var. Bu durumda bu işi yapabilecek, muazzam
büyüklükteki gökadaları birbirinden. uzaklaştırması nedeniyle merkezde
boşluk kalıyor. Ama boşluk nasıl olur da bir yay gibi davranabilir?
Evren, ancak bildiğimiz madde ve ışınımdan çok farklı bir şeyden
oluşmuşsa bu olası hale gelebilir. Gelgellim, işi çözümleyebilecek bu
yöntem de gene yeni sorular çıkartıyor ortaya: Bu gizemli kuvvetle
ilgili hesaplar, bunun gözlenenden çok daha büyük olması gerektiğini
gösteriyor. Ayrıca bu kuvvetin neden eskiden değil de şimdi ortaya
çıktığı sorusu havada kalıyor.Yeni gözlemlerle doğrulanan la türü
süpernova verileri, araştırmacıları ister istemez ilk kez Einstein'ın
"Evren'i statik kılmak için" ortaya attığı, ancak sonra "en büyük
hatam" diye denklemlerinden çıkarttığı "kozmolojik sabit" aracını
yeniden kullanmaya götürdü.

Aslında Einstein'ın kütle çekim kuramı, bu kuvvetin itici olabilmesini
de açıklıyor. Genel Görelilik denklemlerine göre kütle çekimi iki unsur
tarafından belirleniyor: Bunlar, bir cismin enerji yoğunluğuyla,
basıncı. Basınç da aslında bir enerji biçimi. Örneğin bir kabın
kenarlarına çarpan gaz parçalarının böyle bir enerjisi var. Bunu
bilmesine rağmen Einstein, basıncı özellikle enerji yoğunluğuyla
birlikte denklemlerine katmadı. Nedeni, Evren'in "kendi basıncı olan"
özel bir maddesi olacağı yönündeki sezgisi olabilir.Einstein'ın
denklemlerine göre enerji yoğunluğu değerini, basınç değerine
eklediğinizde eğer artı bir sonuç elde ediyorsanız, kütle çekimi çekici
olur; ama eğer sonuç eksi bir değer veriyorsa, kütle çekimi itici hale
gelir. Peki ama bu değerler nasıl olur da eksi değerde bir sonuç verir?
Evren'de madde için olsun, ışık için olsun, bu denklem hep artı sonuç
veriyor. Çünkü gerek maddenin, gerek ışınımın enerji yoğunlukları
pozitif, basınç değerleriyse, ciddiye alınmayacak kadar önemsiz.Ama
önemli büyüklükte bir negatif iç basınca sahip bir madde ortaya çıkarsa
- iş değişir.Aslında negatif basınç, ilk bakışta görüldüğü gibi garip
bir kavram değil.

Bu, gerilmiş bir lastikteki, içeriye doğru çeken kuvvet gibi bir şey.
Yani uzay, büyük bir gerilime sahip garip bir maddeden yapılmışsa, bir
yay gibi davranabilir. Ama bu biraz garip değil mi? İçe doğru çeken bir
gerilime sahip madde, gökadaları nasıl birbirinden uzaklaştıracak?
ışığın, uzaydaki negatif basıncın çevresine hiç etki yapmaması. Çünkü
kuvvetler, eninde sonunda basınç farklarının bir ürünüdürler. Oysa
uzayda her bölge, hepsi de aynı basınca sahip bölgelerle çevrilidir.
Ortada basınç farkı bulunmaz. Böyle olunca da, negatif basınç yalnızca
bir biçimde etkili olabilir: Genel görelilik aracılığıyla itici kütle
çekimi yaratarak. O halde uzayın neden genleşir gibi göründüğünü
anlamak için, muazzam bir negatif enerjiye sahip olduğunu kabullenmek
zorundayız. Kozmologlar bu enerjiye sahip olduğunu varsaydıkları
maddeyi "Lambda kuvveti" yada kozmolojik sabit diye adlandırıyorlar.Bu
itici boşluk düşüncesinin bir avantajı da, kozmologları uzun süre
meşgul eden kritik yoğunluk sorununu çözmesi. Daha önce gördüğümüz gibi
kura m ve gözlemler, Evren'in kritik yoğunlukta olmasını gerektiriyor.
Ne var ki, madde, bu kritik yoğunluğu oluşturmanın çok ötesinde.
Bilinenini, bilinmeyenini, açığını, karanlığını, normalini, egzotiğini
bir araya katsanız, Evren'deki tüm madde, gerekli enerji yoğunluğunun
%30'dan fazlasını vermiyor. Geleneksel kozmolojide kuramcılar, bu %70
açığı görmezden gelme eğilimindeydiler. Oysa şimdi buna gerek yok,
varlığını göremediğimiz ama etkisini duyduğumuz bu gizemli madde
sayesinde sorun çözülmüş oluyor.Evren, eğer kütlesinin %30'u bildiğimiz
ya da bilmediğimiz türden madde, %70'i de sahip olduğu enerji nedeniyle
kütleye sahip itici boşluk tarafından oluşturuluyorsa kritik yoğunlukta
kalabiliyor.Bu çözüm, gökbilimcileri rahatlatmış görünüyorsa da,
fizikçiler için yeni karabasanlar anlamına geliyor. Çünkü iş boşluğun
enerji yoğunluğunu hesaplamaya gelince, uzay boşluğu kuramı boşlukta
asılı kalıyor. Kuantum mekaniği, doğadaki temel parçacıkları, Evren
boyunca uzanan kuantum alanlarındaki uyarımlar olarak yorumlar. Bu
kurama göre örneğin fotonlar, elektromanyetik alandaki yerel
pürüzlerdir.

Elektronlarla pozitronlarsa, eIektronpozitron alanındaki pürüzler vb...
Tüm bu alanlar, bir gitarın telleri gibi, sonsuz biçimde titreşirler.
Ancak yapamadıkları tek şey, gitar teli gibi sıfır uyarı düzeyine
düşmek. Kuantum mekaniğinin temel taşlarından olan Belirsizlik İlkesi
gereği, hiçbir şey, hatta hiçlik bile kesin olamayacağından, bu enerji
düzeyleri hiçbir zaman sıfır olamaz. Demek oluyor ki kuantUm kuramı,
tüm titreşim biçimleri için sıfırın üzerinde bir alt sınır belirliyor.
"Sıfır, virgül enerji" (0,1 gibi) diye adlandırılan bu enerji düzeyi
çok küçük olmakla birlikte tüm kuantum alanlarındaki sonsuz sayıdaki
titreşim biçimlerine karşılık gelen küçük enerji düzeylerini üst üste
koyduğunuzda elde ettiğiniz sonuç sonsuzluk oluyor. Bu alanların en alt
enerji düzeyleri de boşluğa karşılık geldiğine göre, kuantum kuramına
göre boşluğun sonsuz büyüklükte bir enerji yoğunluğu olması
gerekiyor.Açık ki, böyle bir şey doğru olamaz. Aksi halde tüm Evren'in
çok çok önce bir kara delik halinde çökmesi gerekirdi. İşte fizikçiler,
bu açmazlar karşısında çaresiz kalıyorlar. Princeton Üniversitesi'nden
Paul Steinhardt "böylesi bir mahcubiyete katlanmak kolay değil" diyor.
Boşluğun kuantum resminin fizikçileri bunaltan bir başka paradoksu da
şu: Fizik kurallarına göre boşluk, ne yaparsanız yapın değişmez bir
enerji yoğunluğuna sahiptir. İtici boşluk için de bunun böyle olması
gerekiyor.İster Lambda Kuvveti deyin, ister kozmolojik sabit, isterse
yaylı boşluk yada itici uzay, bu garip kuvvetin yarattığı kuramsal
sıkıntılar bununla da bitmiyor. Sonsuz bir enerji yoğunluğu, fizik
kurallarınca olası bir şey değil. Çünkü Planck enerji yoğunluğu denen
ve kütle çekim kuvvetinin, kendisinden çok daha güçlü öteki doğa
kuvvetleriyle eşit hale geldiği enerji düzeyinde bilinen fizik
kuralları işlevlerini yitiriyorlar. O halde sonsuz olduğu söylenen
boşluk enerjisinin bu Planck düzeyini aşamaması lazım. Yani böylece bu
"sonsuz" enerjiye bir üst sınır getirmiş oluyoruz. Oysa bakıyoruz,
Planck enerjisi düzeyi, ölçülen boşluk enerjisinden 1O12J kat fazla..
.Nobel ödülü sahibi fizikçi Steven Weinberg, "bu, bilim tarihinde
yapılan en büyük katlı çarpım hatası" diyor.Bazı fizikçilerin
kafalarını meşgul eden bir açmaz da şu: Günümüzde uzayın enerji
yoğunluğu, neden maddenin enerji yoğunluğuna bu kadar
yakın?Anımsayalım: Evrenimizde bugün maddenin, ancak kritik yoğunluk
için gereken enerji düzeyinin yalnızca %30'unu meydana getirdiğini
söylemiştik. Geri kalansa, boşluk enerjisinden oluşuyordu. Yani madde
enerjisinin, boşluk enerjisine oranı, yakın sayılır. Gene gördük ki,
Evren'in toplam enerji yoğunluğu hiç değişmez.Büyük patlamanın hemen
sonrasında da aynıydı, şimdi de aynı. Oysa başlangıçta madde enerjisi,
boşluk enerjisinden 101°0 kat fazla.Peki biz neden tamda bu oranın 1010
o denle düştüğü zaman ortaya çıktık? Steinhardt, bunu açıklayacak bir
yol bulmuş. Bu, kozmolojik sabit gibi egzotik, ama ondan oldukça farklı
yeni bir kuvvet icadını gerekli kılmış. Steinhardt ve arkadaşları, bunu
"beşinci kuvvet" diye adlandırıyorlar. Araştırmacı "bu kavramı,
Dünya'nın temel yapıtaşlarını toprak, ateş, su ve hava olarak
betimleyen eski Yunanlılardan çaldık" diyor. "Filozofları, bir de daha
saf olan bir kuvvetin, bir beşinci kuvvetin bulunabileceğini de öne
sürmekteydiler".

Kuramcılara göre beşinci kuvvet, tıpkı kozmolojik sabit gibi bir boşluk
enerjisi. Tıpkı onun gibi uzayda bir "skalar alan" olarak bulunuyor.
Kuvvet alanları genel olarak uzayda her noktada yön ve büyüklüğe sahip
alanlardır. Örneğin elektromanyetik alan. Skalar alansa, yalnızca
büyüklüğü olanlara verilen ad. Fizikte böyle alanlar bulunabiliyor.
Steinhhardt, "Büyük Patlama ardındaki kozmik şişmeyi, çok daha enerjik
olmakla birlikte buna benzer alanlar yönlendirdi" diyor.Kendisine göre,
arkadaşlarıyla araştırdığı düşük enerjili alan, doğadaki temel
parçacıkları küçük sicim parçalarının farklı titreşimleri olarak
yorumlayan süper sicim kuramında ortaya çıkabilir.Peki bu beşinci
kuvvet madde ve bilinmeyen enerjinin yoğunlukları arasındaki garip
orantıyı nasıl açıklıyor. Steinhardt ve arkadaşlarına göre, ışığın,
beşinci kuvvetin, kozmolojik sabit yada öteki adıyla Lambda kuvveti
gibi daima sabit kalma gereğini duymaması. Yalnızca uzay ve zaman
içinde değişim göstermekle kalmıyor, aynı zamanda negatif basıncıyla
enerji yoğunluğu arasındaki ilişki de zaman içinde değişiklik
gösterebiliyor. Oran sorununu da bu yolla çözümlüyor.Kurarncılar,
beşinci kuvvetin, boşluğun bir parçası olarak büyük bir üstünlüğe sahip
olduğunu söylüyorlar. O da, madde ile etkileşebilmesi. Bu yolla
maddenin enerji yoğunluğunu izleyerek kendisinin de o değeri
alabilmesi.Steinhard bu nedenle beşinci kuvveti bir "izleyici alan"
diye adlandırıyor.Çünkü hangi enerji düzeyi ile yola çıkmış olursa
olsun, sonunda maddenin enerji düzeyini benimsiyor.Steinhardt ve
arkadaşlarının duyduğu heyecana karşın, fizikçiler kozmolojik sabitle
beşinci kuvveti tümüyle ayırtmaya hevesli görünmüyorlar. Kendilerine
göre ikisi arasında bir seçim zor. Kozmolojik Sabit, Evren'le birlikte
büyüyor. Böylece bir an gelecek sıradan madde ve ışınımın yol açtığı
kütleçekimine tümüyle üstün gelecek; Evren'i sonsuza kadar genişletecek
ve sıradan maddenin yoğunluğunu neredeyse sıfıra indirecek. Beşinci
kuvvetin taktiğiyse başka: Maddenin enerji yoğunluğunu hedef aldığından
her ikisinin yoğunluğu birbirine paralel olarak azalacak. Ama onunda
götüreceği yer aynı: Sonsuza kadar genişlemiş, yoğunluğu sonsuza kadar
azalmış bir Evren.Bazı fizikçilerse, meslektaşlarının bazı gözlem
sonuçlarından böylesine aşırı yorumlara varmasını endişeyle
karşılıyorlar. Fermi Ulusal Laboratuarından Richard Kolb, "Bizim
kozmoloji topluluğu ipin ucunu kaçırdı" diyor. "Tek bir gözlemden yola
çıkarak acele sonuçlar çıkartmayalım; unutulmamalı ki Evren bize daha
önce de oyunlar oynadı" diye ekliyor.Uzak süpernova patlamalarının
dışında, kozmolojik sabit yada beşinci kuvvetin etkileri konusunda
ipuçları verecek bir anahtar da, mikrodalga fon ışınımı. Princeton
İleri Araştırmalar Enstitüsü'nden Max Tegmark'a göre, fon ışınımındaki
küçük oynamalar, ölçümleri yapan COBE uydusunun yetersizliklerine
karşın kozmolojik sabitin etkilerinin işaretlerini taşıyor. Şimdi
kozmologlar, büyük düğümün çözümü için umutlarını NASA'nın gelecek yıl
uzaya göndereceği Mikrodalga Anizotropi Sondası (MAP) ile, Almanların
2007 yılında fırlatacakları Planck uydusunu n gözlemlerine bağlamış
bulunuyorlar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http:///www.refleksforum.com
 
beşinci kuvvet nedir?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» C# Nedir?
» Assembly Nedir?
» Termostat Nedir?
» Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm)Nedir?
» Korozyon Nedir?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
|Refleks|-Oyun,Tasarım,Film,Program,Tek link,İndir :: Eğitim E-Book :: Fizik-
Buraya geçin: