|Refleks|-Oyun,Tasarım,Film,Program,Tek link,İndir
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

|Refleks|-Oyun,Tasarım,Film,Program,Tek link,İndir


 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Tasavvuf ve Tasavvufi düşünce

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Uyus_Sweeti
Genel Yetkili
Genel Yetkili
Uyus_Sweeti


Ruh Hali : Tasavvuf ve Tasavvufi düşünce Deli10
Mesaj Sayısı : 392
Rep Puanı : 11876
Teşekkür Aldı : 11
Kayıt tarihi : 30/10/09
Nerden Nerden : Kocaeli
Lakap Lakap : Hacı

Tasavvuf ve Tasavvufi düşünce Empty
MesajKonu: Tasavvuf ve Tasavvufi düşünce   Tasavvuf ve Tasavvufi düşünce EmptyPaz Kas. 01, 2009 9:00 pm

Tasavvuf ve Tasavvufi düşünce


Sağlam bir tasavvuf çizgisinde hangi özellikler bulunmalıdır?
- Bu sorunun tasavvuf konusundaki belirsizlikleri gidermek amacıyla
sorulduğu anlaşılmaktadır. Bugün tasavvuf konusunda sapla saman
birbirine karıştığı şeyhlerin sahtesi ile gerçeği yaygın bir biçimde
her yanda bulunduğu için bunları birbirinden tefrik etmek zordur.
Bunların doğrularını tanımak için bir takım ölçülere ihtiyaç vardır.
İşte o ölçüler şunlardır:
a- Ehl-i sünnet ve ve'l-cemaat çizgisinde sağlam bir inanç
b- Kitap ve sünnete uygun derin bir ibadet hayatı (salih amel)
c- Düzgün bir muamelat
d- Muhammedî bir ahlak.
Tasavvuf bu ölçüler içinde şu özellikleri de taşır:
a- Tasavvuf manevi tecribe ile anlaşılan hal ilmidir
b- Tasavvufî bilginin konusu ma'rifetullah'tır
c. Tasavvuf tatbiki bir ilim olduğundan mürşid vasıtasıyla öğrenilir
d- Tasavvuf kitaptan okuyarak öğrenilebilecek bir ilim değildir çünkü tecrübîdir.
e- Tasavvufun bilgi kaynağı felsefe ve kelam gibi akılla sınırlı değildir. İlham ve keşf de bilgi kaynağı kabul edilir.
f- Tasavvufî eğitim tarikat denilen özel yollarla kat'edilir.
el-Lüma' müellifi sûfîlerin sahtesini hakikisinden ayırmak için şöyle bir ölçü koyar:
1- Haramlardan kaçınmak
2- Farzları ifa etmek
3- Dünyayı ehl-i dünyaya bırakıp dünya-perest olmamak.
- Tasavvufun muhteva açısından mertebeleri nelerdir?
- Tasavvufun tahalluk ve tahakkuk olmak üzere iki mertebesi; yani
boyutu vardır. Tahalluk tasavvufun eğitim boyutudur. Tasavvufi hayat
tarikat manevi makamlar seyr u sülûk ve adab gibi konuları kapsar.
Tahakkuk ise tasavvufun ma'rifet işaret ve bilgi boyutudur. Bu da
insanın ma'nevî eğitim sayesinde ahlak ve takva açısından yükselişi ve
Allah'a yaklaşması sonucu kainattaki bazı ilahî sırlara aid elde ettiği
bilgilerdir. Nitekim Kur'an'daki: "Allah'tan korkun Allah size
öğretsin." (el-Bakara.2/282) ayeti takvanın bir takım manevî bilgilere
erme vesilesi olduğuna işaret etmektedir. Bir kudsî hadisteki: "Kulum
bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Hatta ben onun gören gözü tutan
eli yürüyen ayağı... olurum"(Buhari Rikak 38) ibareleri kulluk ve
nafile ibadet ile insanın kainattaki ilahî kudretin etkisini anlamaya
başlayacağını anlatmaktadır. Aslında ehl-i sünnet inancına göre bütün
insanların fiillerinin gerçek mutasarrıf ve halikı Allah'tır. Ancak
insanlar gözlerindeki dünya ve masiva perdesi sebebiyle bunu
görememektedir. Yani bir başka ifade ile herkesin gören gözü tutan eli
yürüyen ayağı Allah'tır. Çünkü bütün fiillerde yaratıcı O'dur. İnsanlar
bu gerçeği nafile ibadetlerle Hakk'ın sevgilisi olacak konuma
geldikleri zaman farkedebilirler. Kur'an'da Allah'ın kulların
fiillerini kendine izafe etmesi bundandır. Nitekim "Onları siz
öldürmediniz Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın Allah attı."
(el-Enfal 8/17) buyrulur. "Bildikleriyle amel edene Allah
bilmediklerini öğretir.'' (Hilyetü'l-evliya X 15) hadisinde de aynı
konuya işaret edilmektedir.
Tasavvufun bu iki özeliği tasavvufi hayat ve tasavvufi düşünce olmak
üzere iki mertebenin meydana gelmesini sağlamıştır. Bunların ikisi de
birbirine bağlı olmakla birlikte; aslolan kulluğa yardımcı tasavvufi
hayattır.
- "Tasavvuf tefsir hadis ve fıkıh ilmi gibi bir ilimdir" deniyor.
Tefsir İbn Abbas ile; hadis hadis rivayet eden bir çok sahabi ile;
fıkıh yine fakih sahabîler ile Peygamberimiz zamanından bu yana sabit
ilimlerdir. Ama Peygamberimiz ve hulefa-i raşidin döneminde tasavvufun
isminden bile bahsedilmemiştir ne dersiniz?
- Evet tasavvuf İslamî ilimler mozaiğinin bir parçasıdır. Nasıl tefsir
hadis ve fıkıh asr-ı saadette var olan bir ilim ise tasavvuf da
muhtevası itibarıyla öyledir. Çünkü İslam'ın ihsan boyutunu îmanın îkan
yani yakînî bir kıvamda yaşanmasını sağlayan tasavvuftur. Kur'an'da
bahsi geçen takva zikir huşu tevbe ve rıza gibi kalb amellerinin nasıl
gerçekleşeceğini Kur'an ve sünnetten alıp tatbiki olarak öğreten
zahidlerdir sûfîlerdir. Tasavvufun asr-ı saadetteki adı belki zühddür
ihsandır rabbanîliktir ama; tasavvuf öz ve muhteva itibarıyla o gün de
vardı.
- Günümüzde tasavvufun içine pekçok hurafeler karışarak bozulduğu
görülmektedir. Özellikle menkıbeler konusunda sıkıntılar var. Net bir
tasavvuf ortaya konmuyor? Bu konuda neler yapılabilir?
- Bu soruda herhalde tasavvufun bozulup gerilediğine işaret edilmek
istenmektedir. Aslında İslamî ilimler ve sosyal kurumlar bileşik kaplar
gibidir. Birinin yükselmesi ve diğerlerinin yerinde sayması veya
birinin seviyesinin düşüp diğerlerinin yukarda kalması mümkün değildir.
İslam dünyasında gerileme ve çözülme başlayınca bütün ilimler ve
kurumlar bundan nasîbini almıştır. Medrese tekke ve ordu üçlüsünün
oluşturduğu sosyal müesseseler birbiriyle ahenkli biçimde çalıştıkları
birbirlerini rakip görüp dışlamadıkları zamanlar yüksek seviyede hizmet
vermişlerdir. Bu müesseseler birbirini bütünleyen özelliklerini
kaybedip rekabetle birbirini yıpratmaya başlayınca genel bir gerileme
başlamıştır. Tekke ve tasavvufi kurumların parlaklığını kaybettiği
dönemde medrese veya ordunun hala parlak hizmetler verdiğini söylemek
mümkün değildir. Bu itibarla gerileme ve çözülme bütün kurumlarda
birlikte yaşanmıştır.
Günümüzde tasavvufî hayatın içinde bulunduğu öne sürülen bid'at ve
hurafeler aslında İslam toplumunun ortak problemidir. Tasavvuf ya da
başka İslamî çevrelerde görülen bir takım bid'at ve hurafelerin temel
sebebi bilgi eksikliğidir. Çünkü bugün insanlarda manevi hayata ilgi
bilginin çok önündedir. Bu ilgiyi doyurup iyiye kanalize edecek gerekli
kurumlar olmadığı ve dini bilgilenmede problemler olduğu için insanlar
din adına çoğu zaman hurafelere takılıp kalmaktadır. Hurafe ve bid'atin
tek sebebi vardır o da cehalettir. Ehl-i sünnet çizgisinde müteşerri ve
cehaletten kurtulmayı görev sayan tarikatler hurafelerle mücadele
etmektedir. Nitekim XIX. yüzyılda başta Nakşbendiyye'nin Halidiyye kolu
olmak üzere pek çok tarikat ilim ve medrese çevrelerinin de desteğiyle
bir tecdid yenilenme ve ıslahat hareketi başlatmışlardır.
Menkıbelerle ilgili sıkıntılara gelince işe önce menkıbenin ne
olduğundan başlayalım. Menkıbe (doğrusu menkabe) lügatte övünülecek
fazilet hüner ve meziyet demektir. Istılahta ise peygamberler sahabîler
tarihî şahsiyetler mezheb imamları ve süfîlerin övülecek fazîlet ve
meziyetlerini anlatan rivayetler demektir. Kur'an'da geçmiş
peygamberiere ve ümmetlerine aid bir takım kıssaların yer alması
hadislerde de böyle rivayetlerin bulunması "kıssacılık" diye bir
mesleğin meydana gelmesini sağlamıştır. Kıssacılara "kussâs" denilir.
Halk kıssalardan hoşlandığı için bunlar vaaz ve irşadda bir eğitim
aracı olarak kullanılmıştır. Sofîler başlangıçtan beri bu tür
kıssalardan oluşan peygamberler sahabîler ve ilk devir süfîlerinin
kıssa ve menakıbını yazılı ve sözlü olarak nakledegelmişlerdir. Tabiî
bir meslek haline gelen bu alanda halk muhayyilesinin de katkılarıyla
zaman zaman abartılı rivayetler de gündeme gelmiş hatta zamanla işin
özünü ve nasihat değerini ihmal eden bazıları sadece kıssa ve menkıbe
yazıp nakletmeyi ve olağanüstü bir takım olaylardan bahsetmeyi daha
önemli görür olmuştur. Halbuki kıssa ve menkıbelerde gaye okuyan ve
dinleyenlere bir mesaj ve öğüt vermektir. Bu gayeye uygun olarak
yazılan ve anlatılan menkıbelerin yararlı olduğunda şüphe yoktur.
Tayy-ı zaman ve tayy-ı mekan gibi bir takım olağanüstülüklerin
bulunduğu keramet ve menkıbeleri halkın kahramanlık duygularını tatmîne
yarayan şeyler olarak görüyorum. Kesikbaş hikayeleriyle savaşta orduya
yardım eden yeşil sarıklı velilere bu gözle bakılmalıdır. Bugünün
materyalist ve pozitivist dünyasında îcad edilen süpermen filmlerinde
verilmek istenen nedir? Seyircinin gizli kalmış bir takım macera
kahramanlık ve intikam duygularını tatmin değil mi? Herhalde
menkıbelerde de böyle bir etki bulunduğu için çokça tutulmuştur. Nasıl
bir kurgubilim filmini gerçek sanmak yanlış ise menkıbelerde anlatılan
bazı şeyleri de böyle doğrudan dinin temel esası sanmak ve öyle sunup
algılamak da yanlıştır. Bugün Batı'da -ruh hastalıklarının tedavisinde
süfî menkıbelerinin kullanıldığına ilişkin bir takım yayınlar göze
çarpmaktadır. Bu da bize bunların bir takım fonksiyonlar icra
edebilecek önemini göstermektedir. Önemli olan sap-saman ile danenin
birbirine karışmamasıdır. Bugün gerek menkıbeleri nakledenler gerekse
okuyup dinleyenler zaman zaman ana hedefi birbirine karıştırdıklarından
problemler doğmaktadır. Yerine göre kullanılır ve dînî bir nass gibi
görülmezse menkıbelerin de yararlı olabileceğinde şüphe yoktur.
İslamî ilimlerin hepsinde meydana gelen canlanma yenilenme tasavvuf
muhitlerinde de görülmektedir. Ancak nasıl fıkıh tefsir ve hadiste
bugün müslümanlar dün oldukları seviyeyi henüz yakalayamamışlarsa
tasavvufta da yakalayamamışlardır. Kaldı ki tasavuf bir ilim olduğu
kadar manevî ve ruhî bir hayattır. Bu yüzden bu konudaki gelişmeler
daha çok zamana ihtiyaç göstermektedir. Bu konuda neler yapılabileceği
konusunda şunları söyleyebiliriz. Önce tasavvufun ilim boyutu tasavvuf
klasikleri denilen Kuşeyrî Risalesi İhya Kutü'l-kulûb el-Lüma'
et-Taarruf ve Keşfu'l-mahcûb gibi müteşerri kaynaklar ile tasavvufi
düşünce ürünü klasik eserlerden yararlanılarak ortaya konmalıdır.
Ardından tasavvufun eğitim yönü demek olan seyr u sülûk boyutu işi
¤¤¤gahtarlığa vardırmayan liyakatli ve şerîata merbut mürşidlerce hem
yazılı eserler hem de fiilî örneklerle takdim edilmelidir. Böyle bir
ortamın gerçekleşmesinden sonra belli bir süreç içinde mutlaka
gelişmeler olacaktır. İslamın hukuk sistemi bile henüz bugünün
ihtiyaçlarına cevap verecek bir biçimde tam olarak ortaya konulamamış
ve bununla ilgili gerekli ve yeterli çalışmalar yapılamamışken bütün
eksiklik ve kusur sadece tasavvufta imiş gibi önyargılı davranmak
haksızlık olur diye düşünüyorum.
- Bazıları "Tasavvuf Yunan mistisizminden alınmıştır." diyorlar. İslam
literatürüne girmiş bir ilim olan tasavvufun kaynağını açıklar mısınız?
- Tasavvufun kaynağını yabancı kültürlerde arama kaygısı daha çok
müsteşriklerin gayretleriyle ortaya çıkmıştır. Muhtelif dinlerin mistik
yapılarındaki bir takım benzerlikler onları bunların birbirinden
alınmış olması düşüncesine sevketmiştir. Bir takım müsteşrikler
tasavvufun sadece Yunan mistisizminden değil Hind İran Mısır Hristiyan
ve Yahudî mistisizminden etkilendiği düşüncesini öne sürmüşlerdir.
Aralarındaki bir takım benzerlikler sebebiyle bu görüşleri öne sürenler
bu benzerliklerin insan fıtratından kaynaklanan özellikler olduğunu;
her nerede bulunursa bulunsun ve hangi çağda yaşarsa yasasın insanın bu
tür ihtiyaç ve temayüllerinin bulunduğunu görmezden gelmişlerdir. Nasıl
din olgusu tarihi boyunca insan için bir gerçekse din için tasavvuf ve
ruhî hayat da öyledir. İslam'da bulunan ibadet ve muamelata aid bir
takım ahkam ve kuralların Hristiyanlık ve Yahüdîlikteki adab ve ahkama
benzemesi nasıl bunların oradan alındığı anlamına gelmezse tasavvufi
hayat ve tasavvufi düşüncelerdeki benzerliklerin de böyle bir takım dış
kültürlerden aktarılmış olması anlamını taşımaz. Rengi dili kavmiyeti
ne olursa olsun insanların belli ruhî anlayışları hiç yabancılık
çekmeden algılaması mesela bir Japon'un İslam tasavvufuna dair yazılmış
bir eserden zevk alması bu ortak özellikten kaynaklanmaktadır.
Bir ilmin İslamî olup olmadığını anlamak için önce adına sonra
muhtevasına sonra da o ilim mensuplarının kendilerini şeriat karşısında
hangi noktada gördüklerine bakmak gerekir. Bu üç esasa göre tasavvufu
sırasıyla ele alacak olursak:
a- Tasavvufun adının genellikle ashab-ı suffenin "suffe" sinden
"safvet"ten ve "sûf" kökünden geldiği kabul edilir. Bu kelimelerin üçü
de İslamî menşelidir. Tasavvufun kökü olarak "Sofia" kelimesinden
bahsedilmişse de gerek süfîler ve gerekse araştırıcılar tarafından
reddedilmiştir. Hatta bir takım müsteşrikler bile tasavvuf ve sufi
kelimesinin sofia kökünden geldiğine karşı çıkmış bunun yerine yün
anlamına gelen "sûf" kökünden geldiği görüşünü benimsemişlerdir.
b- Tasavvufun iki önemli muhtevası vardır: Eğitim ve bilgi. Tasavvuf
eğitimde temel olarak benimsediği zikir ¤¤¤kiye tasfiye rabbanîlik
mücahede gibi esaslar ye üsve-i hasene - model şahsiyet - ilkesiyle bir
yaşama biçimidir. Kur'an'da 250'den fazla yerde geçen zikir lafzı ve bu
konudaki emirler "nefsini ¤¤¤kiye edenin kurtuluşa ereceğini" haber
veren ayet (eş-Şems 91/9); safvete ermiş kalb-i selim (eş-Şuara
26/88-89) ve rabbanîlik (Alü İmran 3/79) riyazat ve mücahede
konusundaki ilahî emir ve nebevi tavsiyeler aslında tasavvufi hayatın
Kur'an ve sünnet menşeli olduğunu göstermektedir.
c- Sûfîlerin kendilerini şer'i açıdan hangi noktada gördükleri
mes'elesine gelince ilk sûfîlerden itibaren meşayıh ilimlerinin şerîata
bağlılığını sık sık vurgulamışlardır. Nitekim Cüneyd: "Tasavvuf bir
evdir kapısı şeriattır" Seriy Sakatî: "Tasavvuf kitap ve sünnetin
zahirine ters bir batın ilminden bahsetmez." ve Sehl b. Abdullah
Tüsterî: "Bizim yolumuzun temeli şu yedi şeydir. Allah'ın kitabına
sarılmak Rasûlü'nün sünnetine uymak helal lokma başkalarına eziyet ve
yük olmamak günahlardan kaçınmak tevbe ve hukuka riayet" der. Bu tür
söz ve uygulamaları çoğaltmak mümkündür. Mes'eleye bu açıdan
bakıldığında da görülen süfîlerin İslamî bir yapı içinde olduklarıdır.
- Tasavvufu ayrı bir din gözüyle bakanlar var. Bu konudaki fikriniz nedir?
- Bir önceki soruda saydığımız deliller tasavvufun İslamî bir ilim
olduğunu göstermek için kafidir. Tasavvufun ayrı bir din olduğu
görüşünü savunanlar ya gerçek tasavvuf çevrelerinin de kabul etmediği
birtakım istismarcı ve sapıkların durumuna bakıp bir genelleme yaparak
yanılıyorlar ya gerçek tasavvufu yeteri kadar bilmiyorlar ya da hasmane
bir tavır içindedirler. Birinci grupta bulunanlar bugün piyasada
tasavvufu bir istismar aracı olarak kullanıp bir takım maddi ve dünyevi
çıkarlar sağlamak isteyenlere bakıp tasavvuf hakkında genel bir hüküm
vermektedirler. Aslında gerçek sûfîler böylelerini tasavvuf ehli olarak
görmemektedir. İkinci grupta yer alan ve müteşerri tasavvufun temel
esaslarını bilmeyen kişilere müteşerri mutasavvıfların eserlerini ve
hayatlarını okuyup incelemelerini tavsiye ederiz. Bir Kuşeyrî'yi bir
Gazzalî'yi bir İmam-ı Rabbanî'yi ve diğerlerini okusunlar. Üçüncü
grupta bulunanları ise biraz insafa davet ederiz.
Sûfîlerin yeni bir din ihdası ile ortaya çıkan kimselere karşı
yaptıkları mücadele tasavvufu bir din gibi görme bir iddiasının doğru
olmadığını göstermek için yeterli bir delildir. Nitekim İmam-ı Rabbanî
döneminde yaşayan devrin sultanı Ekberşah İslam Hristiyanlık ve
Hinduizm'den karma bir din ihdas etmeye kalkışmıştı. Bu zatla amansız
bir mücadele sürdürüp ona engel olan İmam-ı Rabbanî hazretleridir.
Kendisine "ikinci bin yılının yenileyicisi" anlamına - Müceddid-i elf-i
sanî - denilmesinin sebebi bu mücadelesi ve hizmetidir. Her biri bir
Allah ve peygamber aşıkı İslam hadimi olan sûfilerin temsil ettiği
tasavvufun bir başka din gibi takdim edilmesinin ilmîlik ve insaf
ölçüleri ile bağdaşır yanı yoktur.
- İslam'ı tasavvuf cihad ve nur gibi ekol ve fırkalara ayırmak acz ifadesi değil midir?
- Bu soruyu soran kardeşimiz herhalde bugün ülkemizdeki tasavvufa
tarikat ve Risale-i Nur adıyla anılan cemaatlara ve bazı İslam
ülkelerindeki tanzîm-i cihad gibi bir takım kuruluşlara bakarak bu
soruyu sormuş olmalıdır. Bugün ülkemizde ve diğer İslam ülkelerinde
bulunan İslamî cemaat ve fırkalar bir arayış içindedirler İmamesi
kopmuş tesbih taneleri gibi dağılan müslümanları yeniden toparlamaya
çalışmakta; zor bir dönemden geçen insanımızın yeniden toparlanışına
katkıda bulunmaktadır. Farklı yapıdaki bu cemaatlar birbirleriyle
uğraşmadığı ve önündeki hizmet planına göre birşeyler yaptığı sürece
faydalıdırlar. Hatta onların farklı gruplar halindeki hizmetleri
kendilerini hizmet yarışına sürükleyen bir motivasyondur. Allah Teala:
"Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah
hepinizi bir araya getiririr." (el-Bakara 2/148) buyurmaktadır. Her
grup birbiriyle çekişmeden hayır yarışına girince Allah onları bir
araya getirecektir. Dolayısıyla bu tür grupları bir hizmet dağılımı
gibi görmek gerekir. Çünkü her grubun meşreb ve meslekıne göre hizmet
önceliği vardır. Bu da toplumda değişik konuların değişik gruplarca ele
alınmasını sağlamakta; dolayısıyla İslam toplumunun inşasına katkıda
bulunmaktadır. Ayrıca gruplar arası iç çekişme genellikle dış
mücadeleye güç olmadığı zamanlarda olur. Dış düşmanlarla mücadele
edebilecek bir kıvama gelen İslamî topluluklar zaten çekişmez.
- Tasavvuf alanında zaman zaman görülen bozulma çizgisinin nedenleri
nelerdir? Tasavvufta otokontrol mekanizması var mıdır? Nasıl işler?
- Bütün bilim dallannda ve kurumlarda olduğu gibi tasavvufta da zaman
zaman asıldan uzaklaşmalar ve bir takım sapmalar olmuştur. Bozulmanın
temel sebebi liyakatsizlik ve cehalettir. Babadan oğula intikal eden
şeyhlik anlayışı liyakatsiz ve ehliyetsiz kimselerin kolayca şeyhlik
makamına oturmalarını sağlamış bu da tabiî olarak bozulma sürecini
hızlandırmıştır. Önceleri tasavvufî eğitim için belli bir dînî altyapı
sağlanır ondan sonra tarîkata girilirdi. Önce tekke ve medrese
arasındaki soğukluk bu yapıyı belli bir biçimde menfi olarak etkiledi.
Ardından ehliyet ve liyakatine bakılmadan şeyh çocukları tekkelere şeyh
olmaya başladılar. Liyakatsizlikler sonucunda yanlışlık hızla artmaya
başladı.
Tasavvuf ve tarikatlerin iki otokontrol mekanizması vardı. Bunlardan
biri tekkelerin kendi içinde seyr u sülûk ile işleyen ve sadece hilafet
alanlara irşad imkanı sağlayan mekanizma. Özellikle büyük merkez
tekkeler kendilerine bağlı taşra tekkelerine halifeler gönderir meydana
gelebilecek şikayetlere göre bu kişilerin azl ve tayinleri için meşihat
ve saltanat makamına arîzalar takdim ederlerdi. Yetki ve sorumluluk
asitane tabir edilen merkez tekkelerde olurdu. Teftiş ve murakabe de
onlar tarafından yapılırdı.
ikinci otokontrol sistemi ise sosyal kontrol mekanizması olan halkın ve
tarikat bağlılarının tepkisi ve kontrolü idi. Bütün sosyal kurumlarda
olduğu gibi tekkelerde de bu mekanizma son derece önemliydi. Halkın
eğitim düzeyinin yüksek olduğu dönemlerde etkili bir biçimde çalışır ve
ehil olmayan kimselerin işbaşına gelmesini önlerdi. Ama halkın eğitim
düzeyi gerileyince bu mekanizmanın etkisi de azaldı. Tekkelerin kendi
içindeki otokontrol mekanizmasının zaafa uğraması ve halkın şikayetleri
yöneticileri bir takım ıslah çalışmaları ile bu mekanizmaya işlerlik
kazandırmaya yönlendirmiştir. Nitekim II. Abdülhamid Han tarafından
kurdurulan "Meclis-i meşayıh"ın amacı otokontrol sistemini daha
sağlıklı bir biçimde hayata geçirmekti. Bu amacı gerçekleştirmek için
bir takım çalışmalar yapılmış ve tekke şeyhlerinin dini ve tasavvufi
eğitimleri için belli esaslar vaz'edilerek icazet zorunluluğu
getirilmiştir.
- Tasavvufî hayat ferdî olarak yaşanamaz mı?
- Bu soruyla iki şey kasdedilmiş olabilir. Birincisi evrad ve ezkârıyla
riyazat ve mücahedesiyle seyr u sülûk ve tarikatıyla tasavvufun ferdî
olarak yaşanıp yaşanamıyacağı; ikincisi kişinin kendi başına kitap ve
sünnete uygun bir kulluk yapıp yapamayacağıdır. Öğrenmek başka
uygulamak ve yaşamak başka şeylerdir. Tasavvuf öğrenileni yaşamayı
fiilî olarak öğreten bir eğitim kurumudur. Eğitimde güçlü şahsiyetlerin
başkalarını etkileyerek kendi boyası ile boyaması sözkonusudur. Çünkü
terbiye olgunlaşmış şahsiyetlerin insanın eksik ve ham tarafları
üzerinde yaptığı olumlu etkidir. Türkçe'deki: "Kır atın yanında duran
ya huyundan ya suyundan" sözü bu etkileşimi gösterir.
Birinci şekliyle; yani tasavvufun seyr u sülûk ve tarikatıyla ferdî
olarak yaşanması mümkün değildir. Çünkü bu eğitim sisteminin amacı bir
mürebbî ve mürşidi gerekli kılmaktadır. Bütün uygulamalı ilimlerde
olduğu gibi tasavvufi terbiyede de üstada ihtiyaç vardır. Bu konuda
şeyh ve mürşide aid meselelerde daha ayrıntılı bilgiler verilecek.
İkinci şekliyle; yani insanın kendi kendine kitap ve sünnete göre
kulluk yapması elbette mümkündür. Eldeki yazılı bilgilerden
yararlanarak insan iyi bir müslüman olabilir. Ancak birlikteliğin
heyecan ve coşkusu daha farklıdır.
- Bazı tarikatlar ilme bazıları kisveye bazıları keramete bazıları
nazara bazıları çalgıya önem vermektedir. Bu yaşantı ve ilgi
alanlarının farklılık sebebi nedir? Bu karmaşa içerisinde doğrunun
ölçüsü nedir?
- Bugünkü müslümanların haline bakıp müslümanlık hakkında hüküm vermek
nasıl yanlış bir yargı olursa bugün toplumumuzda yaygın görüntülerin
bakıp tasavvuf hakkında söz söylemek de aynı şekilde yanlış olur.
Gerçek tasavvuf elbette bugün çok bölük pörçük yaşanan tasavvuf
değildir. Ya da bir başka ifade ile bazı grupların öne çıkmış bir takım
özelliklerini tasavvufun bütünü için bir yargı vesilesi yapmak
yanlıştır. Aslında bu soruların cevabı asırlar önce verilmiş ve
tasavvufun asıl gayesi ortaya konmuştur. Bakınız Yunus ne diyor:
Dervişlik olaydı taç ile hırka
Biz dahi alırdık otuza kırka
İlim ilim bilmektir
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Bu nice okumaktır.
Tasavvuf insanlara önce kendini sonra Rabbini tanıma (ma'rifet) yolunu
gösterir. Farklı özelliklerinin ortaya çıkması biraz da mürşid ve
müntesiplerinin farklı karakter yapısından kaynaklanmaktadır. Çünkü
yukarıda sayılanlardan hiçbiri tek başına tasavvuf değildir. Ancak
sûfiler bir eğitim aracı olarak yerine göre musikîden de nazardan da
istifade etmişlerdir. Bugün modern pedagojide insanın karşısındaki ile
göz iletişimi kurmasının önemi kabul ediliyor. Göz ile kulak yüksek
duyu organları sayılıyor. Bu iki duyu organının diğerlerine göre
eğitimde çok daha etkili olduğu tesbit edilmiş bulunmaktadır. Nazar bir
göz iletişimidir. Musiki de kulak aracılığı ile kalbe ulaşma yoludur.
Mutasavvıfların derdi bellidir. Gönüllere "Elest bezmi"nde verdikleri
sözü hatırlatmak. Bunun için hangi aracı bulurlarsa kullanmışlardır.
Aslında amaç olarak tasavvufta ne kisvenin ne kerametin ne nazarın ne
de güzel sesle söylenen musikî ve ilahînin bir kıymet-i harbiyyesi
vardır. Çünkü amaç kulluktur ihsandır rabbanîliktir. Rabbanîlik söz
konusu olunca da sadece bilgininde çok önemi yoktur. Bilgi amelle amel
ihlasla ihlas ihsan ve îsar ile beslendiği zaman anlam kazanır. Bugün
bu konuda görülen eksiklik tasavvufun değil ferdlerin eksiklik ve
kusurudur. Bunu tasavvufun geneline fatura etmek haksızlık olur.
- Günümüzün bozuk şartlarında herşeyin nefse ve şehvete hitab ettiği bir zamanda sadece tasavvuf yeterli olur mu?
- Günümüzde herşeyin nefs ve şehvete hitab ettiği bir ortamda tasavvufa
belki her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Ancak İslamî ilimleri
birbirinin alternatifi olarak görüp birini diğerinin yerine ikame etmek
anlayışı yanlıştır. Çünkü her türlü ilimden arınmış "sırf tasavvuf"
diye birşeyden söz edilemez. Tasavvuf fıkıhla hadisle tefsirle ve diğer
İslamî ilimlerle birlikte vardır. Bunlar birbirini bütünleyen
ilimlerdir. Bunlardan sadece birisi ve birkaçını alıp diğerlerini
almamak eksiklik olur. Zaten süfîler de bunu bildiklerinden eserlerine
ve yollarına diğer ilimlere aid bilgiler de koymuşlardır. Burada
muhtelif kimselere nisbetle rivayet edilen şöyle bir sözü hatırlatmakta
yarar vardır: "Fıkıhsız bir tasavvuf zındıklığa tasavvufsuz bir fıkıh
fasıklığa götürür. Fıkıh ve tasavvuf zahir ve batın beraber olunca
tahkik ilmi meydana gelir." Ahmed Rifai der ki: "Tarikat ayn-ı şeriat
şeriat ayn-ı tarikattır. Aralarındaki fark lafızlardan ibarettir." (bk.
el-Burhânü'l-müeyyed Ma'rifet Yolu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http:///www.refleksforum.com
 
Tasavvuf ve Tasavvufi düşünce
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
|Refleks|-Oyun,Tasarım,Film,Program,Tek link,İndir :: Eğitim E-Book :: Türkçe - Edebiyat-
Buraya geçin: