BOYA VE CİLA.
Evlerimizin duvarlarından giysilerimize, ressamların tablolarından renk
renk şekerlere, kullandığımız plastik eşyalar*dan otomobillere kadar
çevremizdeki her şeyi renklendiren boyalardır. Bütün bu değişik
eşyaları ya da ürünleri boyamak için yüzlerce tür boya
geliştirilmiştir. Gene de bütün boya*lar maddeyi boyama özelliğine göre
iki büyük grupta toplanabilir: Bir yüzeye uygulandığın*da örtücü bir
katman oluşturan boyalar ve uygulandığı maddenin dokusuna işleyen
bo-yarmaddeler. Boyalar örtücü, boyarmaddeler gerçek anlamda
boyayıcıdır. Bu özelliğini vurgulamak için boyarmadde denen bu dokusal
boyalar, doğal maddelerden elde edilen ya da kimyasal maddelerin
bireşimiyle (senteziy*le) hazırlanan karmaşık yapılı organik
bileşik*lerdir.
Mobilyaları, kapı ve pencere doğramalarını
boyamak için kullanılan yağlıboyalar ile tekne ve otomobil boyaları
gibi örtücü boyalar eşyaya yalnızca renk ve parlaklık kazandır*makla
kalmaz, sıcaklık değişiklikleri, nem, hava kirliliği gibi dış etkenlere
karşı da koruyucu bir katman oluşturur. Genellikle renksiz olan cilalar
da uygulandıkları yüzeyi hem parlatır, hem korur. Oysa kumaş, deri,
plastik, gıda, ilaç ve kâğıt boyaları gibi boyarmaddelerin böyle
koruyucu bir işlevi yoktur; bu boyalar bir ürünü ya da eşyayı
renklendirerek daha çekici kılmak ve benzer*lerinden ayıran bir kimlik
kazandırmak için kullanılır.
Bir yüzeye genellikle fırçayla sürülerek ya da püskürtülerek uygulanan
örtücü boyalar yüzeyden daha derine işlemediği için kalıcı değildir; bu
tip boyalar sıcaklık, nem gibi hava koşullarından etkilenir ve uygun
bir çözücüyle ya da kazınarak yüzeyden çıkarıla*bilir. Boyarmaddeler
ise uygulandığı madde*nin yalnız yüzeyine değil bütün dokusuna
tutunduğu için kalıcıdır; bu tür boyalar çok nitelikli değilse zamanla
solabilir, ama boya sökücü özel maddelerle işlemden geçirilme*dikçe
dokudan ayrılmaz. Kumaş ve deri boyaları genellikle boyanacak ürünü
boya çözeltisine batırarak uygulanır ve boyama iyi yapılırsa bütün
dokudaki renk tonu aynı olur. Plastik, gıda, ilaç ve kâğıt boyaları ise
çoğu kez sıvı ya da hamur halindeki ürünün içine katılır.
Yağlıboyalar
Yağlıboyaların bileşiminde renk verici bir pigment ile bu pigmenti
taşıyan, genellikle bitkisel kökenli bir yağ bulunur. Pigmenti yüzeye
bağladığı için bağlayıcı denen bu yağ sıvı, pigment ise çoğu kez ince
toz halinde öğütülmüş bir katıdır. Boya yapmak için, bu ince toz
halindeki pigment özel makinelerde bağlayıcı sıvıyla iyice karıştırılır.
Yağlıboyaya, sürüldüğü yüzeyi bir renk katıyla "örtme özelliği"
kazandıran ana pig*mentler metal cevherlerinin, yani bir metalin elde
edildiği toprak ya da kayaçların kavrul-masıyla hazırlanır. Çinko
oksit, çinko sülfür, titan dioksit, üstübeç (bazik kurşun karbonat) en
önemli beyaz pigmentlerdir. Demir ve bakır oksitler kırmızı, kromatlar
sarı ve tu*runcu, element halindeki karbon ise çok kullanılan siyah
pigmentlerdir. Boyaya kıvam vermek için bağlayıcının içine ayrıca
tebeşir, kireçtaşı ve kil gibi ucuz maddeler de katılır.
Bağlayıcı sıvının en önemli bileşeni yağlı tohumlardan, fındık ve ceviz
içinden, bazı bitki ve balıklardan elde edilen kuruyucu yağlardır. Bu
yağlar havanın oksijeniyle bir*leştiğinde katılaşarak ince ve esnek bir
kat*man oluşturur. Kuruyucu yağların en bilinen örneği, keten
bitkisinin tohumlarından elde edilen beziryağıdır . Çin'de yeti*şen
tong ağacının tohumlarından elde edilen tong yağı, soyafasulyesinden
elde edilen soya yağı ile petrolden elde edilen çeşitli mineral yağlar
da çok kullanılır.
Bağlayıcıların bileşiminde kuruyucu yağlar*dan başka reçineler,
inceltici (sulandırıcı) ve kurutucu maddeler de bulunur. Reçineler
yağlıboyanın içindeki çeşitli maddelerin birbi*rine bağlanmasını sağlar
ve fırçayla sürülmesi*ni kolaylaştırır. Bunun için bazı ağaçlardan elde
edilen doğal reçineler ya da kimyasal maddelerden üretilen yapay
(sentetik) reçine*ler kullanılır. İncelticiler ya da İngilizce'den
dilimize geçen adıyla tinerler, boyayı daha akışkan hale getirerek
sürülmesini kolaylaştı*ran terebentin esansı ve gazyağı gibi çözücü
maddelerdir. Kurutucu olarak kullanılan ko*balt, manganez ya da kurşun
gibi metaller ise, yüzeye ince bir kat halinde sürülen boyanın daha
çabuk kurumasına yardımcı olur.
Yağlıboyaların yapımında dikkat edilecek noktalardan biri de boyanın
nerede kullanıla*cağıdır. Havanın aşındırıcı ve bozucu etkisiyle karşı
karşıya kalan dış yüzeylerde kullanıla*cak boyaların, kapalı yerlerde
kullanılacak boyalardan daha uzun ömürlü ve dayanıklı olması gerekir.
Nitekim yapıların dış cephe boyalarında kuruyucu yağ bol, terebentin
esansı azdır; bu da boyanın yavaş kurumasını, ama sonradan parlak ve
uzun ömürlü bir yüzey oluşturmasını sağlar. İçeride kullanıla*cak
boyaların bu kadar parlak ve dayanıklı olmasına gerek olmadığı için
yağı az, tereben*tini çoktur. Yapıların içinde, özellikle tavan ve
duvarları boyamak için suyla karıştırılarak kullanılan plastik ya da
lateks boyalar yağlı*boya değildir; çünkü bunların bağlayıcıların*da
bitkisel ya da mineral yağlar bulunmaz. Radyatör boyaları, çabuk
kuruyan bir vernik ya da lakaya metal tozlarının karıştırılmasıyla
hazırlanır. Ayrıca banyo küvetleri, lavabolar, buzdolapları, fırınlar
ve soba boruları için özel emaye boyalar üretilir.
Dış cephelerdeki taş duvarların boyanma*sında, pigment olarak ince kum
ya da öğütül*müş kayaç, bağlayıcı olarak da tong yağı içeren
yağlıboyalar kullanılabilir. Gemilerin su kesimi altındaki bölümleri,
yosun ve midye bağlamasını önlemek için, zehirli kimyasal maddeler
içeren özel boyalarla boyanır. Bun*ların dışında, ısıya ve aleve
dayanıklı özel boyalar, sera ve mandıra gibi yerlerde man*tarların
üremesini önleyen boyalar, karanlık*ta da görülebilecek biçimde
parıldayan fosfor*lu boyalar vardır.
Cila ve Lakalar
Daha çok ahşap (tahta) ve deri eşyayı bozucu etkilere karşı koruyup
parlatmak için kullanı*lan cilalar pigmenti olmayan renksiz
boyalar*dır. Deri eşyaları cilalamak için genellikle bir çözücüde
çözünmüş hayvansal ya da bitkisel mumlar, örneğin balmumu kullanılır.
Ayak*kabı ve muşamba cilaları çoğunlukla bu tür mumlu cilalardır. En
çok kullanılan mobilya cilalan ise, doğal ya da yapay reçinelerin
kuruyucu yağlardaki çözeltisi olan vernikler*dir. Eskiden vernik yapmak
için ağaçlardan sızan doğal reçineler eritilir, içine beziryağı katılır
ve istenen kıvama gelinceye kadar pişirildikten sonra terebentinle
sulandırılırdı. Tropik bölgelerdeki bazı ağaçların üzerinde yaşayan ve
lak böceği denen bir kabuklubitin ürettiği gomalak da vernik yapımında
çok kullanılan doğal reçinelerden biridir. Ama bugün doğal reçinelerin
yerini büyük ölçüde yapay reçineler almıştır.
Verniklere
genellikle kurutucu ve inceltici maddeler de katılır. Verniğin kuruduğu
za*man sert, saydam ve parlak bir katman oluşturmasını sağlayan
reçinedir; yağ ise bu katmanı dayanıklı ve uzun ömürlü yapar. Örneğin
deniz teknelerini cilalamak için kul*lanılan verniklere, havadan ve
sudan etkilen*meyen dayanıklı, esnek bir koruyucu katman oluşturması
için bol tong yağı katılır.
Renkli bir vernik olan laka boyalar adını lak böceğinden almıştır. Oysa
yüzlerce yıldır Çin'de ve Japonya'da kullanılan gerçek doğu lakalarının
ne bu böcekle, ne de onun ürettiği gomalakla bir ilgisi vardır. Bu
boyalar laka ya da vernik ağacı denen bir ağacın özsuyundan elde
edilir. Renkleri kırmızı, siyah, altın ya da gümüş beyazıdır. Ahşap ve
metal eşyalara laka boyaları uygularken, sürülen her katın iyice
kuruması beklenir; sonra bütün pürüzle*ri giderilerek parlatılır ve
üzerine yeni bir kat sürülür. Böylece üst üste 30 kat kadar laka
sürüldüğünde porselen gibi parlak, sert ve pürüzsüz bir yüzey elde
edilir. Lakayla parla*tılmış yüzeylere ya da eşyalara da lake denir.
Otomobillerde de genellikle nitroselüloz ile doğal ya da yapay bir
reçine içeren özel laka boyalar kullanılır. Boyanın parlamasını ve
metal yüzeye yapış*masını sağlayan reçinedir. Lakaya esneklik
kazandırmak için ayrıca bir yumuşatıcı ekle*nir. Bütün bu maddeler önce
bir çözücüde, genellikle alkolde çözülür; sonra içine petrol ya da
kömür katranından elde edilen inceltici*ler katılır. Boya tabancasıyla
püskürtme ya da boya çözeltisine daldırma yöntemiyle uygula*nan laka
çabucak kurur ve sudan, gaz ya da benzinden etkilenmeyen, sert,
dayanıklı ve parlak bir yüzey oluşturur.
Ressamların kullandığı boyalara ilişkin bil*gileri RESİM SANATI maddesinde bulabilir*siniz.
Boyarmaddeler
Boyarmaddelerin ilk kez ne zaman ve nasıl kullanıldığı tam olarak
bilinmiyorsa da, bitki ve hayvanlardan elde edilen doğal
boyarmad*delerin çok eski bir geçmişi olduğu kesindir. Eski Mısırlılar
bitki köklerinden, ağaç kabuk*larından, likenlerden, meyvelerden, hatta
ba*zı yumuşakça ve böceklerden elde ettikleri doğal boyarmaddelerle
ipek, yün, keten vepamuklu kumaşları birbirinden güzel renklere
boyarlardı. Çinliler de İÖ 3000 yıllarında iplik ve dokumaları boyamak
için bitkilerden elde ettikleri boyarmaddeleri kullanmaya başladı*lar.
Doğal boyarmadde tarifleri binlerce yıl boyunca kuşaktan kuşağa
aktarıldı. Ama bu tarifler ancak son yüzyıllarda yazıya geçirildi*ği
için, eski toplumların bildiği birçok formül bugün unutulup gitmiştir.
Hayvansal B oy ar maddeler. Eskiçağlarda kullanılan en göz alıcı
boyarmadde, hayvansal kökenli doğal bir boya olan Sur firfiriydi. Bir
dikenli salyangozdan (Murex brandaris) elde edilen erguvan rengindeki
bu boyarmaddenin adı, Fenike uygarlığının en büyük kentlerin*den biri
olan Sur'dan gelir. Firfir de "erguvan rengi" anlamındaki Eski Yunanca
bir sözcü*ğün bozulmuş biçimidir. Bir efsaneye göre, Fenike tanrısı
Melkart'ın köpeği kumsalda dolaşırken bu deniz salyangozlarını ezmiş,
böy*lece bu boyarmaddenin sırrını öğrenmiş. Bu salyangozun ezilmesiyle
çıkan sarımsı sıvı gü*neşte bırakıldığında gökkuşağının bütün
renklerinden geçerek sonunda parlak erguvan rengine dönüşür. Etkili bir
sabunla yıkandı*ğında da kimyasal bir değişiklik geçirerek, gü*neşte
solmayan ve yıkanınca rengini atmayan parlak, koyu kırmızı bir renk
alır. İÖ 1500 yıllarında boyarmadde yapım yerleri Sur ve Sayda'dan
bütün Akdeniz kıyılarına yayılmış*tı. Ama Fenikeliler biraz boyarmadde
elde edebilmek için o kadar çok salyangoz ezmek zorundaydılar ki, bu
güzel renge sahip olmaya ancak zenginlerin gücü yetiyordu. Bu yüzden
Sur firfiri yalnızca imparatorların, kralların ve rahiplerin
giysilerini renklendirirdi.
Eskiçağlarda çok değer verilen boyarmad-delerden biri de bir böcekten
elde edilen canlı kırmızı renkte bir boyaydı. Kırmızı savaş ren*gi
sayıldığı için, Eski Mısırlılar'dan başlayarak askerler hep bu renkte
üniformalar giydiler. Bu boyarmadde kırmız meşesi ya da çoban-püskülü
gibi bitkilerin üzerinde yaşayan bir tür kabuklubitin dişisinden elde
edilirdi. Kır*mız böceği (Kermes ilicis) denen bu kabuklu-bitler
tanyeri ağarmadan fener ışığında yap*rakların üzerinden toplanır, sonra
kurutula*rak öğütülürdü. Rönesans çağında kırmız üre*timinin en önemli
merkezi Venedik'ti. Ame*rika'nın keşfinden sonra bu kıtada da aynı
renkte boyarmadde veren yeni bir kabuklubit türü bulundu. Meksika'dan
Avrupa'ya götü*rülen bu boyarmadde kısa sürede yayıldı ve bu iki tür
kırmız böceği yakın zamanlara ka*dar kırmızı boyarmadde kaynağı olarak
öne*mini korudu.
Baklagillerin Indigofera cinsinden olan çi-vitağaçları da en az 5.000
yıl boyunca boyar*madde kaynağı olarak kullanılmıştır. Eski Mı*sır'daki
Teb kentinin kumaş boyacıları hem giysilik kumaşları, hem de mumyaları
sarmak için kullanılan bezleri çivitağacından elde et*tikleri çivitle
boyarlardı .
Çivit bugün bile sanayide ve evlerde çok kullanılan bir boyarmaddedir.
Çivitle boya*nan kumaş yıkandığında solarak açık mavi bir renk alır;
ama güzel görünümünü yitirmez. Örneğin yıkandıkça ağaran blucin
kumaşları çivitle boyanır.
Çivit suda çözünmediği için boyamadan ön*ce soda ve başka kimyasal
maddelerle işlem*den geçirilmesi gerekir. Çivit banyosuna dal*dırılan
kumaş sarımsı bir renk alır; banyodan çıkarıldığında rengi önce
yeşilimsi sarıya, son*ra havanın etkisiyle maviye döner. Kumaştaki bu
renk değişimlerini izlemek bir sihirbazlık gösterisini izlemek kadar
zevklidir.
Kırmızı boyalar öbür renklerden çok daha çabuk solar. Eski halıları
incelerseniz mavi, sarı ve kahverengi desenlerin genellikle
kır*mızılardan daha canlı olduğunu görürsünüz. Bu aranan rengin başlıca
kaynağı Avrupa'da "Türk kırmızısı" ya da "Edirne kırmızısı" adıy*la
bilinen kökboyasıydı. Kökboyası bitkisi*nin (Rubia tinctorum)
kurutulmuş köklerin*den elde edilen bu boyarmadde Eski Mısırlı*lar
zamanında bile üretiliyordu. Eski Yunan-lılar'ın boyarmaddelerle ilgili
ilk ticaret kayıt*larında Hindistan ile Anadolu arasında kök-boyası
ticareti yapıldığı yazılıdır. Elde edilen boyarmaddenin niteliği ve
rengi, bitkinin ye*tiştiği topraktaki mineral miktarına göre
deği*şirdi. Nitekim canlı kırmızı renge boyayan ve solmayan Türk
kırmızısı Avrupa'da en çok aranan kökboyası olmuştu. 18. yüzyılda
Fran*sa'dan gelen boya uzmanları bu boyarmadde*nin formülünü öğrenerek
Avrupa'ya götürdü*ler. Bugün kökboyası, "alizarin" adıyla fabri*kalarda
üretilen yapay bir boyarmaddedir.
Annatto adıyla bilinen tropik bir ağacın meyvelerinden de aynı adlı
kırmızı bir boyar*madde çıkarılır. Anayurdu Orta ve Güney Amerika olan
bu ağaç Yenidünya'nın keşfin*den sonra tropik ülkelerin çoğuna
yayılmıştır. Batı Hint Adaları'nın yerli halklarından olan Karipler
gövdelerini annattoyla boyarlardı; bu madde bugün de peynir kabuklarını
ve du*dak boyalarını renklendirmek için kullanılır. Gene Amerika'nın
keşfinden sonra Avrupa'ya götürülen brezilyaodunu da, "mordan" denen
değişik kimyasal maddelerle birlikte kullanıldı*ğında kırmızı, pembe ve
kahverengi tonlannda renk veren bir boyarmadde kaynağıdır.
Mordanlar
Kumaş boyalarının zamanla rengini atmaması için mordan ya da boyasaptar
denen madde*ler kullanılır. Bunlar, boyarmaddenin kuma*şın dokusuna
işleyerek liflere sıkıca tutunması*na yardımcı olan mineral tuzlandır.
Doğal ku*maş boyalanyla kullanılan mordanlann başın*da şap
(potasyum-alüminyum sülfat), kalay (kalay klorür), krom (potasyum
bikromat), de*mir (demir sülfat) ve bakır sülfat (göztaşı) gelir.
Boyanın daha iyi tutması için iplik ya da kumaşlar önce mordan
çözeltisine, sonra bo*yaya batınlır. Bu yöntemin belki de en büyük
yararı, aynı boyarmaddenin değişik mordan-larla açıklı koyulu tonlar,
hatta değişik renk*ler vermesidir. Kalay tuzuyla genellikle par*lak,
bazen sert tonlar, krom tuzuyla daha ko*yu tonlar elde edilir. Bakır
tuzu daha çok yeşil renkli bitkisel boyarmaddelerle kullanılır. Demir
tozu boyarmaddenin rengini donuklaş-tırıp koyulaştırır; şap ise uçuk ve
soluk tonlar verir. Boyarmaddeler ile mordanlann bu özelliği, sonsuz
deneme olanakları ve zengin bir renk çeşitliliği sağlar.
Mordansız Boyarmaddeler
Bazı bitkilerden elde edilen boyarmaddeler mordan kullanmadan da çok
iyi sonuçlar ve*rir. Örneğin ağaç ve kayaların üzerinde yeti*şen
likenlerin boyarmaddeleri bu gruptandır. Likenler çok geniş bir renk
yelpazesi sunar. Bu renkler, yüzlerce tür likenden hangisinin
kullanıldığına bağlı olarak bej ve kahverengi*den sarı ve turuncuya,
pembe ve kırmızıdan morumsu kırmızıya, yeşile ve bazen maviye kadar
uzanır. Üstelik likenlerin, kumaş ola*rak dokunduktan sonra bile yok
olmayan hoş bir kokusu vardır.
Likenlerden başka
yabanmersini meyvele*ri, soğan kabuğu, pancar kökü, zerdeçalın
ku*rutulmuş köksapları, avokado meyvesinin ka*buğu, cevizin yeşil
kabuğu, mürver ve çakal-eriğinin meyveleri, sarıbaşak ve kanaryaotu
gibi bitkisel kaynaklardan da mordansız bo*yarmaddeler elde edilir.
Aynı bitkinin kök, yaprak, sap, kabuk, çiçek, meyve gibi değişik
bölümleri çoğu kez değişik tonlar verir. Öbür bölümlerden genellikle
daha yumuşak olan yaprak ve çiçekler boyarmaddesini sap ve köklerden
daha kolay salar.