|Refleks|-Oyun,Tasarım,Film,Program,Tek link,İndir
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

|Refleks|-Oyun,Tasarım,Film,Program,Tek link,İndir


 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Divan Edebiyatı hakkında herşey

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Uyus_Sweeti
Genel Yetkili
Genel Yetkili
Uyus_Sweeti


Ruh Hali : Divan Edebiyatı hakkında herşey Deli10
Mesaj Sayısı : 392
Rep Puanı : 11876
Teşekkür Aldı : 11
Kayıt tarihi : 30/10/09
Nerden Nerden : Kocaeli
Lakap Lakap : Hacı

Divan Edebiyatı hakkında herşey Empty
MesajKonu: Divan Edebiyatı hakkında herşey   Divan Edebiyatı hakkında herşey EmptyPaz Kas. 01, 2009 7:48 pm

DİVAN SÖZCÜĞÜNÜN TANIM

Divan sözcüğünün sözlük bakımından iki anlamı vardır: Belli bir kalıpla
yazılan ve besteyle okunan şiir türüne divan denir. Kalıp "fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün" şeklindedir. Divan sözcüğü, ikinci olarak,
divan tarzında şiir yazan sanatçıların eserlerini topladıkları kitap
anlamına gelir. Divan, klasik Türk müziğinde ise en az üçer kıtalık
şiirlerden bestelenen şarkıları tanımlar. Bu kıtalar birbirlerinden ara
nağmelerle ayrılır. Her kıtanın başında genellikle "ah", "yâr" gibi bir
terennüm sözcüğü eklenir. Kıtalardan biri yer yer ritimsiz okunacak
şekildedir. Bir diğer kıta da "doğaçlama" görüntüsü vermesi amacıyla
tümüyle ritimsiz olarak bestelenir. Divan, aynı zamanda İslam
devletlerinde idari yargı, maliye, askerlik ve yönetimle ilgili işleri
yürüten kurul ve dairelere verilen addır.
Divan şairlerinin eserlerini önceleri serbest, daha sonra belli bir
düzen içinde topladıkları kitaplar divanlar, divançeler ve hamselerdir.
Divan, divançe ve hamseler, yazarlarının adlarıyla anılırlar. Örneğin
Nedîm Divanı, Fuzulî Divanı gibi.





Divan

Şairlerin şiirlerini belli bir düzen içinde topladıkları kitaplardır.
Bir tür antoloji olarak görülebilir. Zamanla divanlarda şiirler belli
bir düzene göre sıralanmaya başladı. Bu elemeye "divan tertibi" bu tür
divanlara da "mürettep divan" adı verilir. Tam bir divanda sırasıyla,
kaside (tevhid, münacat, na't, medhiye), tarih, musammat, gazel
bölümleri yer alır. En sonda da lugazlar, muammalar, müfredler,
azadeler bulunur. Divanda gazeller kafiye ve rediflerinin son harfinin
Arap alfabesindeki sırasına göre dizilir. Yani elif’ten başlayıp ye
harfine kadar. Her harften en az bir şiir olması şarttır. Ama buna
uymayan şairler de olmuştur.

Divançe

Küçük divan anlamındadır. Düzen ve konuları divanlarla aynıdır. Yine
kaside, tarih, musammat, gazel ve kıta sırasını izler. Ama bir
divançede bu bölümlerden en az biri eksik olur. Divançe, belli türleri
seven şairlerin bilinçli bir seçimi olabildiği gibi, bir şairin divan
dolduracak kadar şiir yazamadan ölmesi nedeniyle de oluşabilir. Figânî
ve Fâzlı’nin divançeleri bu türdendir.

Hamse

Bir şairin 5 mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan
yapıttır. Hamse yazarı şairler hamse şairi ya da hamsenüvis diye
bilinir. Türk edebiyatında 16. yüzyılda gelişmeye başladı. İlk hamseyi
Çağatay şairi Ali Şir Nevai yazdı. Divan edebiyatının ilk hamsesini
yazan şair de Hamdullah Hamdi’dir. Hamse türüne düzyazının girişi ise
17. yüzyılda gerçekleşti. Nergisi hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır.
Çoğunlukla hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları
işleyen mesnevilere de yer verilir. Hamse sahibi divan yazarları edebi
çevrelerde büyük saygı görürdü.




DİVAN EDEBİYATININ TARİHÇESİ


Divan debiyatı, Türklerin, 13 ve 19’uncu yüzyıllar arasında Anadolu’da
yarattıkları İslam kültürünün ortak özeliklerini yansıtan, geniş ölçüde
Arap ve Fars edebiyatının etkisini taşıyan yazılı edebiyat türüdür.
Ancak divan edebiyatı, Türklerin İslam dinini kabul ettikleri ilk
dönemlerden başlayarak Orta Asya ile Azerbaycan’da ortaya çıkan ve aynı
nitelikleri taşıyan divan edebiyatı ile karıştırılmamalıdır.

Divan edebiyatı tanımı tümüyle Anadolu'ya özgüdür.

Tarihsel süreçte dindışı ve dini tasavvuf olmak üzere iki kolda
gelişti. Şiir ve düzyazı alanındaki en eski örnekler 13. yüzyıldan
kalmıştır.
Divan edebiyatında başlangıcından beri şiir, düz yazıdan daha önde
gitmiş ve daha gelişmiştir. Bunun belki de en önemli nedeni, şiirin
sanatçının yaratıcılığını ortaya koymasına daha uygun olmasıdır. Divan
şiiri, söz ve anlatım sanatlarını kullanarak, yeni manzumlar bularak
okuyucusunu daha kolay etkiler. Düz yazı dalında ise ağır basan, öne
çıkan özellik "öğretici" olmaktır. Bu nedenle anlam gözardı edilir ve
belagat önem kazanır.
Divan edebiyatı yazarlarının beslendikleri kaynaklar, başta dinsel
inançlar, yani İslami inançlar olmak üzere İslami ilimler, İslam
tarihinin olayları, tasavvuf, Hint-İran kökenli söylenceler, peygamber
kıssaları, evliya menkıbeleri, çağın bilimleri, günlük olaylar, gelenek
ve görenekler, terimler, deyimler, atasözleri ile zenginleşen bir
dildir.

Dünyevi ve tanrısal aşk

Divan şiirinde aşk büyük yer tutar. Ama bu aşk hem dünyevi hem de
tasavvufidir. Tasavvufa bağlanan şairin amacı, "mutlak güzellik" olan
"tanrıyı bulmak"tır. Tanrısal aşk, maddi aşkla başlar. Bir güzele aşık
olan şair, duygularını daha sonra soyutlama yoluyla tanrısal aşka
dönüştürerek tanrıya kavuşmak için çabalar. Aşkı din dışı bir anlayışla
işleyen şairlerin şiirlerinde ise tapınılacak bir varlık olarak kadın
önemlidir. Ama bu tür şiirlerde kadın aşığını sürekli üzmekte, yaşamdan
bezdirmektedir.
Dil konusunda Arapça ve Farsça’nın etkisinde kalan divan edebiyatında
sözcükler çok büyük önem taşır. Her sözcük tam anlamıyla ve yerli
yerinde kullanılmalıdır. Divan edebiyatı, anlatım açısından "belagat
kurallarına" sıkı sıkıya bağlıdır. Sanatçılar ustalıklarını
sergileyebilmek için bu kurallara olabildiğince özen gösterirler.
Şairler, teşbih, istiare, hüsn-i talil, ilham, kinaye, leff ü neşr,
tecahül-ü arif, telmih, mecaz, mecaz-ı mürsel, teşhis ü intak gibi söz
ve anlatım sanatlarını kullanarak özgün şiirler oluşturmaya çalışır.
Divan edebiyatında şiirin estetik kurallarına uymak, çoğu zaman konu ve
içerikten öne geçmiştir.




DİVAN EDEBİYATINDA SANATLAR

Teşbih


Sözü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da
kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır. Örneğin, "Tilki gibi
kurnaz adam" bir teşpihtir. İnsan kurnazlığıyla bilinen tilkiye
benzetilmektedir. Bir teşbih'te dört öğe bulunur:

Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine
benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe
daha güçlü, daha üstün olan. Örneğimizde "tilki".

Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan. Örneğimizde "adam".

Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve kavramlar arasındaki ortak nitelik. Örneğimizde "kurnazlık".

Edat-ı teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük. Örneğimizde "gibi".

Örneğin "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde, "yol" benzeyen, "yılan"
kendisine benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme
edatıdır.
Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır:

Dört öğenin de bulunduğu teşbih teşbih-i mufassaldır (ayrıntılı benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür".
Benzetme yönü bulunmayan teşbih teşbih-i mücmeldir (kısaltılmış
benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibidir". Burada "güçlülük"
vurgulanmamıştır.
Benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i müekkeddir. (pekiştirilmiş
benzetme). Örneğin, "Ahmet kuvvetle aslandır". Bu teşbihde "gibi"
ilgeci kullanılmamış.
Benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i beliğdir (yalın benzetme). Örneğin, "Aslan Ahmet."




Mecaz

Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. Anlatımı daha
etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır. Mecaz,
söze güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek
için kullanılır. Örneğin:

Kandilli yüzerken uykularda
Mehtabı sürükledik sularda
Yahya Kemal Beyatlı

Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda
sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme,
güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla
kullanılmasına örnektir.
Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır. Sözcük
mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise
herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır.

Mecaz-ı mürsel

Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma
sanatıdır. Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır. Günlük
yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram
arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir. Neden yerine
sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık
gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine
somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza
okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli
türleri vardır.

Telmih

Bilinen bir olay, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma
sanatıdır. Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma
konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir. Divan edebiyatında
özellikle dinsel öyküler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’an
ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur. Örneğin:

Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin
Ey Hudhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin
Nîbî

Şair, ikinci dizedeki "Saba" ile Süleyman-Belkıs" kıssasını anımsatıyor.



Tecahül-i arif

Bir anlam inceliği yaratmak ya da bir nükte yapmak amacıyla bilinen bir
şeyi bilmezlikten gelme sanatıdır. Tecahül-i arifin özünü oluşturan bu
nükte, dört amaç için yapılmış olabilir. Neşelendirme (tenşid), uyarıda
bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirmek (tehayyür), kendinden
geçişi belirtmek (tedellüh).
Bilinen şey bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir inceliğe
dayandırılır. bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatlarından da
yararlanılır. Örneğin:

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su
Fuzûlî
"Bilmiyorum dönen kubbe mi su rengindedir
Yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır"

Fuzûlî, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyormuş gibi
davranıyor. Gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok olduğunu
(mübalağa) belirtebilmek için tecahül-i arif sanatına başvuruyor.

İstiare

Bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka
şeylerin adıyla anma sanatı. Benzetmenin iki temel öğesi vardır,
benzeyen ve benzetilen. İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle
yapılır.
İstiare üç yönden ele alınır: 1. Benzetme amacı bulunur, 2. Sözcük
gerçek anlamı dışındaki mecaz anlamındadır, 3. Sözcüğün asıl anlamında
kullanılmamasını gerektiren bir durum (karine-i mania) vardır. Örnek:

"Soğuk ay öptü beyaz enseni"
Yahya Kemal Beyatlı

"Ay öpmek" deyişiyle ay canlı bir varlığa benzetilmiştir. "Öpmek"
sözcüğü asıl anlamının dışında mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Öpmek
sözcüğünün asıl anlamının kullanılmasına olanak yoktur çünkü ayın
dudağı olmaz. Şair burada, istiare sanatıyla anlatımı daha etkili, daha
estetik ve heyecanlı hale getiriyor.
İstiare genel olarak üç çeşide ayrılır. Yalnızca benzeyenin söylendiği
istiareye "açık istiare" (istiare-i musarraha) denir. Örnek:

"Bir hilâl uğruna yarâb ne güneşler batıyor"
Mehmet Akif Ersoy

Ersoy, benzetilen güneşi söylerken, benzeyen askerden sözetmiyor.
Yalnızca benzetilenin söylendiği istiareye de "kapalı istiare" (istiare-i mekniye) denir. Örnek:

Her taraf kırık dökük
Dalların boynu bükük
"Kederliyiz" der gibi
Orhan Seyfi Orhon

Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen
insandan sözedilmiyor. Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği
vurgulanıyor.
Benzetmenin temel öğelerinden yalnızca birisiyle çok sayıda benzerliği
sıralayarak yapılan istiareye ise "yaygın istiare" (istiare-i
temsiliye) adı verilir. Örnek:

Bin gemle bağlanan at şaha kalkıyor
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
Son macerayı dinlememiş varsa anlatın
Râm etmek isteyenler o marûr, âsil atın
Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da
Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da...
Coştukça böyle sel gibi bağrındaki hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
Faruk Nafiz Çamlıbel

Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği sıralıyor.



Hüsn-i talil

Nedeni bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama
yoluyla yapılan edebi sanattır. Hüsn-i tevcih olarak da bilinir. Şiirin
iki dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek
amacını taşır. Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında
mutlaka anolojik bir bağ bulunur. Nedeni bilinen olay güya, sanki,
acep, acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür
hüsn-i talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir. Örnek:

Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen
Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece
Ahmedî
"Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi
Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş."

Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor.

Leff ü neşr

Bir beyitte birbirleriyle ilgili sözcüklerin sıralanmasıyla yapılan ve
divan şiirinde çok sık kullanılan edebi sanattır. Şiirin ikinci
dizesinde birinci dizede söylenmiş en az iki şeyle ilgili benzerlik ve
karşılıklar verilerek uygulanır.
Sözcüklerin birinci ve ikinci dizede belli bir sıra gözetilerek
söylenmesine leff ü neşr-i müretteb (düzenli leff ü neşr) denir. Örnek:


Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü
Ârzûmend ruh-i leb-i handânınem
Fuzûlî
"Kederli gönlümü gonca memnun etmez, gül sevindirmez
Çünkü ben ben bunları değil al yanağını ve gülen dudağını istiyorum"

Gonca, yanak karşılığı ruh ve gül dudak karşılığı leb sözcükleriyle ilgilidir. Fuzûlî, burada düzenli leff ü neşr yapıyor.
Birinci beytin ikinci dizesinde, birinci dizede söylenenlerle ilgili
sözcüklerin ters bir sıra izlenmesiyle ya da karışık olarak
bulunmasıyla yapılan leff ü neşr'e ise leff ü neşr-i gayr'i müretteb ya
da leff ü neşr'i müşevveş (düzensiz leff ü neşr) denilir. Örnek:

Yürürem hâsret-i zülf ü meh-rûlar ile
Gündüzin gussalar ile gice kaygular ile
Meâlî
"Sevgilinin saçının ve ay yüzlü yanağının hasretiyle
Gündüz kederli gece kaygılı gezerim"

Saç anlamına gelen zülf geceyle, yanak anlamına gelen ruh gündüzle
ilgilidir. Birinci ve ikinci sözcüğe karşılık ikinci ve birinci
sözcükler sıralanarak düzensiz leff ü neşr yapılıyor.




Kinaye

Bir sözü aynı zamanda hem gerçek hem de mecazi anlamıyla kullanma
sanatıdır. Sözün açık söylenmesinin hoş olmadığı durumlarda alay, şaka,
sitem amacıyla kullanılır. Bu kullanışta sözün geçek anlamından bir
sonuç çıksa da geçerli olan mecazi anlamıdır. Örneğin Şeyhülislam
Yahyâ’nın, "Dilber gelince bezme yüzü güldü aşıkın" dizesinde bir
kişinin gerçek yüzünün gülmesini anlamaya bir engel yok. Ama asıl
anlatılmak istenen aşığın çok sevinmiş olmasıdır (mecazi anlam).
Türkçe deyimlerin çoğu mecazi anlamlarıyla kullanıldığı için kinayedir.
Kinayede sözün başka bir anlama gelmesi olasılığı yoksa bu türe
"kinaye-i karibe" (yakın kinaye) denir. Eğer sözün anlamı gizleniyorsa
kinaye "kinaye-i baide" uzak kinaye) olarak adlandırılır. Nitelenen tek
özelliği belirten kinayeye "kinaye-i müfrede" (tek kinaye), birkaç
özelliği birden belirten kinayeye de "kinaye-i mürekkebe" (birleşik
kinaye) adı verilir. Örnek:

Bulamadım dünyada gönüle mekan
Nerde bir gül bitse etrafı diken
Sümmanî

Gül ve diken hem gerçek hem mecazi anlamlarıyla kullanılıyor. Ancak
asıl kastedilen mecazi anlamları. Şair hem birleşik kinaye hem uzak
kinaye yapıyor.

Tariz

Birini küçük düşürmek ya da biriyle alay etmek amacıyla söylenecek sözü
tam tersi bir sözle nükte yaparak anlatma sanatıdır. Tariz de gerçek ya
da mecaz anlam yerine doğrudan zıt bir anlam kullanılması söz
konusudur.

Teşhis-ü intak

Cansız varlıkları, ya da hayvanları kişiler gibi davrandırma,
canlandırma, konuşturma, onlara duygu ve hareket gibi nitelikler
kazandırma sanatıdır. İnsan dışındaki calı varlık ya da hayvanlara
insan özelliği verilmesine teşhis, onların konuşturulmasına ise intak
denir. Teşhis ve intak daha çok fabllara kullanılır. Teşhise örnek:

Mahmur uyanır gölgede binlerce ziyâlar
Çöller düşünür, gün düşünür, gölgeler ağlar
Emin Bülend Serdaroğlu

Şair, ışığı uyandırıyor, çöller ve günü düşündürüyor, gölgeleri
ağlatıyor. Bunların hepsi insan özellikleri. Üst üste teşhis sanatı
yapıyor.

DİVAN EDEBİYATINDA KONULAR

Divan şiiri konu bakımından çok çeşitlidir. Genel tanımdan da
anlaşılacağı gibi öncelikle din dışı ve dini şiir olmak üzere ikiye
ayrılır. Din dışı şiirde başlıca türler şöyle sıralanabilir: Bahariye,
cemreviye, dariye, fahriye, iydiye, medhiye, mersiye, gazavatname,
sakiname, hamamname, sahilname, kıyafetname, surname, lugaz, muamma,
hicviye, hezliyat, tarih düşürme ve şehrengiz. Dini-tasavvuf şiirinin
türleri de şöyledir: Tevhid, münacat, na't, maktel-i Hüseyin, miraciye,
hilye, mevlid, kırk hadis, menkıbname.
Din dışı düzyazı türleri: Tezkire, tarih, seyahatname, siyasetname, münşeat, sefaretname.
Dini-tasavvufi düz yazı türleri: Evliya tezkiresi, kısas-ı enbiya, siyer.
Divan hikayelerinde hem şiir hem düzyazı örnekleri kullanılır.
Hikayeler dinsel ve destansaldır. Çift ya da tek kahramanlı aşk
hikayeleri ve temsili hikayeler de çokça yazılmıştır.





DİVAN ŞİİRİNDE ARUZ ÖLÇÜSÜ



Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur. Aruz’da açık ve kapalı heceler çeşitli
kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler
eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz,
esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline dayanan şiir
ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed tarafından
kullanıldı. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medrese
kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak
benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağladı.
Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi
(-), kısa heceler nokta ( Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan
yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş
biçimlerine göre, fâilâtün, fâilün, mefâilün ve benzeri değişik adlarla
anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara
uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan
kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman
uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma
imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) adı verilir. Zihaf, aruzda
kusur sayılır.
Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki gibi duraklar yoktur. Dizelerdeki hece
sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun
kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük
sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz
harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle
biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl yani ulama
denir.

DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ

a. Biçimlerine göre

Divan şiiri, nazım biçimleri bakımından zengindir. Nazım biçimleri
beyit ve bend temeline dayanır. Beyit temeline dayananlar "aynı" ve
"ayrı" uyaklı (kafiyeli) olmak üzere ikiye ayrılır. Aynı uyaklıların
başlıcaları "gazel", "kaside" ve "müstezat"tır. Ayrı uyaklı tek nazım
biçimi ise "mesnevi".
Bend’lerden oluşan nazım biçimleri de tek bendli ve çok bendli olarak
ikiye ayrılır. Tek bendliler "rubai" ve "tuyuğ", çok bendliler ise
"musammat" ana başlığı altında toplanan "murabba", "şarkı", "muhammes",
"tahmis", "tardiye", "tasdir", "müseddes", "tesdis", "müsebba",
"tesbi", "müsemmen", "tesmin", "muaşşer", "taşir", "terkib-i bend",
"terci-i bend"dir. Bunun dışında "müfred" (tek beyit) ve "azade" de
(tek mısra) anılabilir.

Uyak (kafiye)

Şiirde dize sonlarındaki ses benzerliğidir. Türk halk şiirinde ayak
olarak adlandırılır. Uyakta ses açısından benzeşen sözcüklerin anlam
bakımından farklı olmaları gerekir. Şiirde ses benzerliği yoluyla uyum
sağlamak ve genellikle okuru etkilemek amacıyla kullanılan uyak, sözlü
edebiyat ürünlerinde hatırlamayı ve ezberi kolaylaştıran bir öğedir.
Ses benzerliğinin niteliğine göre uyaklar çeşitli türlere ayrılır.
Yalnızca bir ünsüzün (sessiz) benzeştiği uyaklara "yarım uyak" denir.
En az bir hecedeki ünlü (sesli) ve ünsüzün benzediği uyaklara "tam
uyak" ya da "yalın uyak" adı verilir. Birden fazla hece arasındaki ses
benzerliği ise "zengin uyak"tır. Yazılış ve söylenişleri aynı olduğu
halde, anlamları farklı olan sesiz sözcüklerle ya da bu sözcüklerin yan
yana gelmesiyle yaratılan ses karmaşası sonucu ortaya çıkan benzerliğe
"cinaslı uyak" denir. Uyak, divan edebiyatında aruz kadar büyük önem
taşır. Divan şiirini belirleyen temel ilkelerden biri uyak düzenidir.

Beyit

Şiirde sonları uyaklı, iki dizeden oluşan, kendi içinde bağımsız bir
yapısı ve anlam bütünlüğü bulunan birimdir. Bir beytin her dizesi kendi
içinde bir bütün olabildiği gibi, birinci dizedeki anlam ikinci dizede
de sürebilir. Beyit uzun şiirlerde anlatım birimi olarak sık
kullanılır. Güçlü ve özlü söyleyişlere uygun olduğu için bağımsız tek
bir şiir olarak da yazılabilir. Ya da başka şiir biçimlerinin bir
parçası olarak ele alınabilir. Divan edebiyatı beyit temeline
dayalıdır.
Divan edebiyatında, bir beyitteki iki dize kendi içinde iki parçaya
ayrılır. Birinci dizenin ilk parçasına sadr, son parçasına aruz ya da
harb denir. İkinci dizenin ilk parçası ibtida, son parçası acz ya da
darb'dir. Sadr ile aruz, ibtida ile acz arasında kalan bölüm haşv
olarak isimlendirilir. Uyaklı bir beyite "beyt-i musarra", uyaksız
olanlara "ferd" ya da "müfred" denir. Divanlarda müfredler müfredat
adıyla ayrı bir bölümde toplanır. Uyaklı beyitlerin olduğu bölüme de
"metali" denir. Örnek beyit:

Biz bülbül-i muhrik-dem-i şevkâ-yı firaakız
Âteş kesilür geçse sabâ gül-şenimizden
Selimî (Padişah 2’nci Selim)

Mısra (dize)

Manzum edebiyat yapıtlarının her bir satırına verilen isimdir. Bir
ölçüye uygun olarak söylenmiş beytin yarısına da mısra denir. En küçük
anlamlı nazım birimi olan mısra, bir şiirin parçası olabileceği gibi,
bağımsız bir bütün de olabilir. Yani tek mısralık şiirler de olabilir.
Divan edebiyatında kendi içinde bir bütün oluşturan mısralara mısra-i
azade (bağımsız mısra) adı verilir. Ayrıca bir beyitin birbirinin
anlamlarını tamamlayan ya da aralarındaki anlam bağı kesin olmayan
mısralarına da aynı isim verilir. Yetkinliği, sağlam yapısı, özlü ve
çarpıcı anlatımıyla dikkat çeken, her zaman kolayca anımsanabilen,
dilden dile dolaşan mısralara "mısra-i berceste" ya da şah-mısra denir.


Bend (kıta)

Şiirde iki ya da daha çok mısradan oluşan birimdir. Şiirin içeriği ve
biçimine göre düzenlenir. Kıtanın yapısını şiirin ölçüsü, uyak düzeni
ve mısra sayısı belirler. İki beyitlik kıtalara divan şiirinde rubai,
halk şiirinde dörtlük denir. Bu tür kıtaların uyak (kafiye düzeni)
birinci ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları
kafiyelidir (yani ab cb şeklinde Bazen birinci ve üçüncü mısralar kendi
aralarında, ikinci ve dördüncü mısralar da kendi aralarında uyaklı
(yani ab ab) şeklinde de olabilir. Birinci, ikinci ve dördüncü
mısraları kafiyeli (yani aaba şeklinde) olan kıtalara nazım denir.
Murabba, muhammes, şarkı gibi nazım biçimlerinin her bendi parça
anlamında kıta diye adlandırılır.
Divan şiirinde kıta mahlassız (imzasız) şiirdir ve mısraları arasında
anlam bütünlüğü vardır. Bir düşünceyi, hikmeti, nükteyi, yergiyi,
övgüyü, yaşam anlayışını konu edinebilir. Beyit sayısı ikiden fazla
olan kıtalara "kıta-i kebire" denir. Divanlar düzenlenirken kıtalara en
sonda bağımsız şiirler olar yer verilir. Bu bölüme de "mukattaat"
denir.






Kaside

Daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
Kaside şairlerine kaside-gü (kaside söyleyen), kaside-sera ya da
kaside-perdaz (kaside yazan) denir. Kaside 6 bölümden oluşur:
Birinci bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, aşıkane duygular yer
alıyorsa "nesib", bahar, doğa, bayram gibi konulara değiniliyorsa
"teşbib" adı verilir.
İkinci bölüm girizgah ya da girizdir. Genellikle tek beyitten oluşur ve
burada şair medhiyeye (övgüye) geçeceğini bildirir. Girizgah konuya
uygun ve nükteli olmalıdır.
Üçüncü bölüm medhiyedir. Bu bölümde asıl konu anlatılır. Beyit sayısı
konuya ve şaire göre değişen medhiye bölümü kasidenin en sanatlı
beyitlerini içerir.
Kasidenin dördüncü bölümü tegazzüldür. Tegazzül, 5-12 beyit arasında
değişir. Kasidenin başında ya da sonunda yer alabilir. Bu bölüm her
kasidede bulunmayabilir.
Beşinci bölüm fahriyedir. Şair bu bölümde de kendisini över.
Kasidenin son bölümü duadır. Bu bölümde önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişi için dua edilir.
Kasideler, nesib bölümünde ele alınan konuya göre göre kaside-i
bahariyye, kaside-i ramazaniyye, kaside-i hammamiyye olarak
adlandırılır. Uyaklarına göre r harfi ile bitiyorsa kaside-i raiyye, l
harfiyle bitiyorsa kaside-i lamiyye, m harfiyle bitiyorsa kaside-i
mimiyye diye anlandırılır. Rediflerine göre de, tevhid, münacaat,
methiye diye bölümlenir. Kasidenin en güzel beyiti "beyt-ül kaside"dir.
Şairin adının geçtiği beyite ise "tac beyit" denir.
ÖRNEK KASİDE: KASİDE-İ BAHÂRRİYE-KASİDEİ RÂ’İYYE (Bâkî)





Gazel

Divan edebiyatının en yaygın kullanılan nazım biçimidir. Önceleri Arap
edebiyatında kasidenin tegaüzzül adı verilen bir bölümü iken sonra ayrı
bir biçim halinde gelişmiştir. Gazelin beyit sayısı 5-15 arasında
değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel
gazel denilir. Gazelin ilk beyti "matla", son beyti ise "makta" adını
alır.
Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır (musarra). Sonraki
beyitlerin ilk dizeleri serbest ikinci dizeleri ilk beyitle uyaklı
olur. Birden fazla mussarra beytin bulunduğu gazel "zü'l-metali", her
beyti musarra olan gazel ise "müselsel" gazel adıyla bilinir. İlk
beyitten sonraki beyte "hüsn-i matla" (ilk beyitten güzel olması
gerekir), son beyitten öncekine "hüsn-i makta" (son beyitten güzel
olmalı gerekir) denir.
Gazelin en güzel beyti ise "beytü'l-gazel" ya da "şah beyit" adıyla
anılır. Bunun yeri ya da sırası önemli değildir. Bazı gazellerin
matlasını oluşturan dizelerden birinci ya da ikincisinin matlasının
ikinci dizesi olarak yenilenmesine "redd'i-matla" denir. Şair mahlasını
(şairin takma adı, ya da tanındığı ad) maktada ya da "hüsn-i" maktada
söyler. Bu durumda beyit ikinci bir adla "mahlas beyti" ya da
"mahlashane" olarak anılır. Şairin mahlasını tevriyeli kullanmasına
"hüsn-i tahallüs" denir.
Dize ortalarında uyak bulunan gazele musammat, sonu getirilmemiş ya da
beyit sayısı 5’in altında bulunan gazellere de "natamam" gazel denir.
Başka şairlerin birkaç dize ekleyerek bend biçimine dönüştürdüğü
gazellere "tahmis", "terbi" adı verilir. Bütün beyitlerinde aynı
düşüncenin ele alındığı gazeller "yekahenk gazel", her beyti öncekinden
ustalıklı biçimde söylenmiş gazeller de "yekavaz gazel" olarak
adlandırılır.
Gazeller konularına göre de çeşitli isimlerle tanımlanır. Aşka ilişkin
acı, mutluluk gibi içli duyguların dile getirildiği gazeller "aşıkane",
içki, yaşama boş verme, yaşamdan zevk alma gibi konularda yazılanlara
"rindane" denir. Aşıkane gazellere en iyi örnek Fuzûlî’nin gazelleri,
rindane gazellere en iyi örnek ise Bâkî’nin gazelleridir. Kadınları ve
ten zevklerini konu edinen gazeller ise, örneğin Nedîm’in gazelleri,
"şuhane", öğretici nitelikli gazellere, örneğin Nâbî’nin gazelleri,
"hakimane gazel" denir.
Gazeller eskiden bestelenerek okunurdu. Özelikle bestelenmek için
yazılmış gazeller de vardır. Gazelleri makamla okuyan kişilere
"gazelhan", gazel yazan usta şairlere ise "gazelsera" adı verilir.
ÖRNEK GAZEL (Fuzûlî)

Gazel, Türk müziğinde ise şiirin bir hanende tarafından doğaçtan seslendirilmesidir. Sesle taksim olarak da bilinir.




Rubai

Kendine özgü bir ölçüsü olan 4 dizelik (mısralık) nazım birimidir.
Rubailerde birinci, ikinci, dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dize
serbesttir. İki beyitlik kıtalar biçiminde yazılmış rubailer de vardır.
Her dizesi birbiriyle uyaklı rubailere "rubai-i musarra" ya da "terane"
adı verilir. Rubainin aruzun hezec bahrinden 24 kalıbı bulunur.
Bunlardan mef'ûlü birimiyle başlayan 12 kalıba "ahreb", mef'ûlün
birimiyle başlayan öbür 12 kalıba da "ahrem" denir. Kalıpların sonu
"faül" ya da "fa" birimiyle biter.
Rubainin her dizesi ayrı bir ölçüde olabildiği gibi, dört dizesi de
aynı ölçüde olabilir. Türk divan şiirinde daha çok ahreb kalıbına
rastlanır. Rubailer genellikle mahlassız şiirlerdir. Ve divan
şairlerinin divanlarının sonunda rubaiyyat başlığı altında
sıralanırlar. Bu türün tartışmasız en büyük şairi Ömer Hayyam’dır.
Türk edebiyatında Mevlana’nın Farsça yazdığı felsefi rubiler bu türün
hızla yayılmasına neden oldu. Kara Fazlî, Fuzûlî 16. yüzyılda bu türün
en usta örneklerini verdiler. Divan edebiyatında 17. yüzyıl rubainin
altın çağı oldu. Azamizade Haletî, yazdığı bin kadar rubai ile en büyük
Osmanlı rubai şairi olarak tanındı. Cumhuriyet döneminin en büyük rubai
ustası ise Yahya Kemal Beyatlı’dır.
ÖRNEK RUBAİ (Kadı Burhâneddin)

Musammat

Ayrı bir nazım biçimi olmamakla birlikte gazeil ve bazı kasidelere
uygulanan bir tekniktir, Bendlerden kurulu nazım biçimlerine (murabba,
muhammes, müseddes, müsebba, müsemmem, mütessa, muaşşer, terbi, tahmis,
taşdir, tesdis, tesbi, tesmin, tes-i, taşir, terkib-i bend ve terci-i
bend) verilen genel addır. İlk bende geçen dize ya da beyitlerin, öbür
bendlerin sonunda aynen yinelenmesiyle düzenlenen musammatlara
mütekerrir musammat denir. İlk benddeki dize ya da beyitlerin, öbür
öbür bendlerin sonundaki dize ve beyitlerle yalnızca uyak bakımından
uyuşması durumunda musammat müzdevic musammat adını alır.
ÖRNEK MUSAMMAT (Nâilî'nin tahmisi)





Terci-i bend / terkib-i bend

Uyakları gazel biçiminde düzenlenmiş "hane" adı verilen 5-10 beyitlik
şiir parçalarının (genellikle 5-12 hane) "vasıta" denen ve sürekli
yinelenen bir beyit ile birbirine bağlanmasından oluşan nazım
biçimidir. Vasıta beyitinin her hanenin sonunda değişmesi durumunda
şiir terkib-i bend olur.
ÖRNEK TERKİB-İ BEND (Bâkî)

Müsemmem

Sekiz dizeden oluşan bendler halinde yazılmış musammatlardır. Az
kullanılmıştır. Divan edebiyatında en bilineni Şeyh Galib'in Esrâr
Dede'nin ölümü üzerine yazdığı mersiyedir.
ÖRNEK MÜSEMMEM

Tuyuğ

Halk edebiyatındaki mani türüne benzer tarzda yazılmış musammatlardır.
Tuyuk da denir. Çoğunlukla her beytinin birinci ikinci ve dördüncü
dizeleri uyaklıdır. Sadece Türklere özgüdür. Aruzun sadece fâilâtün
fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılması nedeniyle rubai'den ayrılır. Bazen
dört mısra birbiriyle kafiyeli olabilir.
ÖRNEK TUYUĞ Nesîmî

Tahmis

Bir gazelin her iki dizesinin başına aynı ölçüde üç dize ekleyerek
oluşturulan nazım biçimidir. Tahmis genellikle başka bir şairin
gazeline yapılırsa da, kendi gazellerinden tahmis oluşturan şairler de
vardır. Başarılı bir tahmis'te asıl beyit ile eklenen dizeler anlam
bakımından kaynaşmış olmalıdır. Başa eklenen üçer mısra gazelin matlası
ile aynı kafiyede olur. Diğer beyitlere eklenen üçer mısra ise o
beyitlerin ilk mısraları ile kafiyelidir.
ÖRNEK TAHMİS Naîlî

Tardiye

Beş dizelik bentlerden oluşan musammat türüdür.
ÖRNEK tardiye Şeyh Galib

Taşdir

Tahmisin değişik bir şeklidir. Tahmiste bir başka şairin gazelinin her
beytinin başına üç dize eklenirken, taşirde her beytin iki mısrasının
arasına üç mısra eklenir. Taşdire "mutarraf tahmis" de denir.

Tesdis

Terbî ve tahmise benzer. Ancak başka bir şairin yazdığı bir gazelin her
beytinin üzerine dört dize daha ekleyerek altılı beyitler haline
getirilmesiyle oluşur. Tesdis tek bir beyite de uygulanabilir. Divan
edebiyatında çok az kullanılmıştır. Tahmis türünde olduğu gibi
genellikle eksik gazellere uygulanır.

Tesbi
Bir başka şairin bir gazelin her beytinin matlasına 5 dize daha
eklenerek yedili beyitler haline getirilmesiyle kurulur. Tahmis ve
tesdis türünde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır. Tesbi
de eklenen dizelerin kafiyesi, mevcut dizelerle aynıdır.

Taşir

İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 8 dize daha ekleyerek
10'lu beyitler haline getirilmiş gazel türüdür. Tahmis ve tesdis
türlerinde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.
ÖRNEK Taşir Taşlıcalı Yahyâ Bey

Tezmin

İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 6 dize daha ekleyerek
8’li beyitler haline getirilmesidir. Tahmis ve tesdis türlerinde olduğu
gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.

Muaşşer

Aynı ölçüde onar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin
on dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin ise ilk iki dizesi ilk bend
ile uyaklıdır. İlk beytin son bendinin her bendin sonunda aynen
yinelendiği muaşşerlere "mütekerrir muaşşer" denir. Bendlerin son
beytinin ilk bendin uyağına uygun olarak her bendde değişmesiyle
yazılan muaşşerler ise "müzdeviç muaşşer" adıyla tanımlanır.

Muhammes

Aynı ölçüdeki beşer dizelik bendlerden oluşa nazım biçimi. İlk bendin 5
dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son bir ya da iki dizesi ilk
bend ile uyaklıdır. Son bir ya da iki dize, her bendin sonunda aynen
tekrarlanıyorsa bu muhammese "mütekerrir muhammes", bu dizelerin ilk
bend ile yalnızca uyak yönünden uyuştuğu muhammeslere ise "müzdeviç
muhammes" adı verilir. Bend sayısı 4-8 arasında değişir. Muhammeslerde
çoğunlukla felsefi düşünceler, tasavvuf konuları ele alınır.




Müstezat

Arapça ziyade sözcüğünden gelir. Bir gazelin her dizesine bir kısa dize
ekleyerek oluşturulan şiir biçimidir. Çoğunlukla aruzun "mef’ulü/
mefailü/ mefailü/ feulün kalıbı kullanılarak yazılırlar. Her dizeden
sonra bu kalıbın ilk ve son birimleri olan mef’ulü/ feûlün kalıbına
uygun bir kısa dize söylenir. Eklenen bu kısa dizeye ziyade denir.
Ziyadeler dizeden sayılmadığı için iki uzun iki kısa dizeden oluşan 4
dize bir beyit sayılır. Kısa dizeler okunsa da okunmasa da beytin
anlamı bir bütün oluşturur. Ziyadesi bir satırdan fazla olan
müstezatlar da vardır. Tez ziyadeli müstezatlara "sade" çitf ziyadeli
olanlara ise "çift" adı verilir.
ÖRNEK MÜSTEZAT Nedîm

Şarkı

Divan şiirinde bestelenmeye uygun ölçü kalıpları ile yazılan ve
çoğunlukla 4 dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. Dörtlüklerden
kurulan musammat da denebilir. Murabbaya benzer. 5 ya da 6 dizelik
bendlerden de oluşabilir. Üçüncü dizeye meyan adı verilir. Ve bu
dizenin anlam bakımından daha özlü olmasına dikkat edilir. Dördüncü
dizeye ise nakarat denir. Aşk, sevgili, ayrılık, içki, eğlence gibi
konularda yazılır. Divan edebiyatının ilk şarkı yazarı Naîlî-i
Kadîm’dir. 28 şarkısıyla Nedîm de bu türün en güzel örneklerini
vermiştir.
ÖRNEK ŞARKI Nâîl-i Kadîm

b. Konularına göre nazım-nesir türleri

Din dışı şiir türleri

Bahariye

Baharın gelişini, doğadaki değişimleri, çiçeklerin açmasını,
kelebeklerin uçmasını konu edinen kasidelerdir. Dönemlerindeki büyük
kişilere sunulup ödüllendirilmek için yazılırlar. Hemen her divanda bir
bahariye bulunması geleneği vardır. Hemen her divan şairinin de bir
bahariyesi vardır.

Cemreviye

Divan şairlerinin cemre düşmesi nedeniyle dönemlerindeki büyük kişilere
sunmak için kaleme aldıkları kaside türüdür. Örneklerine az rastlanır.
Cemrenin bahar müjdecisi olması nedeniyle bir bahariye niteliği de
taşır. Cemreviyelere genellikle teşbib ile başlanır. Kasidenin diğer
bölümlerinde bir değişiklik yapılmaz.

Fahriye

Divan şairlerinin kendilerini ya da bir başka şair ya da kişiyi
övdükleri şiirlerdir. Genellikle kaside türünde yazılırlar. Fahriye
aynı zamanda kasidelerde şairlerin kendileriini övdükleri beyitlerin
bulunduğu beşinci bölüme verilen isimdir.




Mersiye

Bir ölünün ardından duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak, ölen kişiyi övmek
amacıyla kalema alınan düzyazı ya da şiirdir. Kutsal günlerde, ölüm
törenlerinde mersiye okuyan kişiye de mersiyehan denir. Lirik bir
anlatımın egemen olduğu manzum mersiyeler genellikle terkib-i bend
biçiminde yazılır. Ayrıca kaside ve terci-i bend biçiminde yazılmış
manzum mersiyeler de vardır. Yahyâ Bey, Sami Fünûnî, Rahmî, Fazlî,
Nisîyi, Müdâmi’nin, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa için
yazdıkları mersiyeler gibi. Ayrıca savaşlarda kaybedilen yerler için
yazılan mersiyelere "vatan mersiyesi" denir. Hayvanların ölümü için
yazılmış mersiyeler de vardır.
ÖRNEK MERSİYE Şeyh Galib

Medhiye

Bir kimseyi övmek için genellikle kaside biçiminde yazılan şiir ya da
düzyazıdır. Az olmakla birlikte gazel, mesnevi, musammad gibi nazım
biçimlerinde mediyeler de vardır. Padişah, vezir, şeyhülislam gibi
devlet ileri gelenleri ya da halifelerle, başka din ve tarikat
büyükleri için yazılmışlardır. Bu türün en güzel örneğini Nef’î
vermiştir.
ÖRNEK MEDHİYE Nef'î

Gazavatname

Gazaname olarak da bilinir. Ordunun akınlarını, savaşları,
kahramanlıkları, zaferleri anlatılan düz yazı ya da şiir biçimindeki
edebi türdür. Arap edebiyatında "magazi" diye bilinir. Türk
edebiyatında ilk gazavatname örnekleri 15. yüzyılda yazılmaya
başlanmıştır. Kâşîfi’nin Gazaname-i Rum’u bu türün örnekleri
arasındadır.

Sahilname

Divan şairlerinin İstanbul kıyıları ile buralardaki yerleşim yerlerini,
yaşayış biçimlerini anlattıkları şiirlerinin genel adıdır. Örneklerine
az rastlanır. Genellikle mesnevi biçiminde yazılmışlardır.

Sâkiname

Divan edebiyatında gerçek ya da mecaz anlamıyla içki ve içki
alemlerinin övülerek anlatıldığı şiir türü. Mesnevilerin bölüm
sonlarında bazen sakiname başlığıyla iki beyitlik küçük parçalar olarak
yer alır. Türk edebiyatında 17. yüzyılda büyük gelişme gösteren
sakinamelerin ilk örneğini İşretname adlı yapıtıyla Revânî vermiştir.

Kıyafetname

İnsanların fiziksel görünümlerini esas alarak karakterlerini açıklamaya
çalışan eselerdir. Bu türün kıyafet bilimiyle uğraşanlarına "kayif" ya
da "kıyafetşinas" adı verilir. Divan edebiyatında kıyafetnamenin ilk
örneği Hamdullah Hamdi’nin ünlü Kıyafetname adlı eseridir. Bu eserde
renk, boy, yanak, saç, çene, sakal, parmak gibi 26 başlık altında
karakter tahlilleri yer alır. Nesîmi’nin Kıyafet-ül Firase’si de önemli
bir örnektir.

Surname

Şehzadelerin sünnet, kadın sultanların evlenmeleri nedeniyle yazılan
şiir ya da düzyazı biçimindeki eserlerdir. Yazıldıkları dönemin
toplumsal yaşamına ilişkin bilgiler de verdikleri için tarihi bir
özellik taşırlar. Genellikle mesnevi ya da kaside türündedirler.
Figani’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın oğullarının sünnetini anlattığı
Suriyye Kasidesi türün en iyi örneğidir.

Hamamname

Hamamları, hamam eğlence ve sohbetlerini, hamamdaki güzelleri
betimlemek için yazılan kaside, gazel, mesnevi gibi nazım eserlerdir.
Divan edebiyatına ilk kez Deli Birader lakabıyla tanınan Gâzalî’nin
Beşiktaş’taki bir hamamı anlatan şiiri ile girmiştir.




Şehrengiz

Bir kenti ve o kentin güzelliklerini anlatan eserlerdir. Daha çok
klasik mesnevi biçiminde kaleme alınan bu yapıtlar tevhid, münacaat,
na't gibi bölümlerle başlar. Daha sonra kentle ilgili bilgiler verilir
ve kente övgü düzülür. Bazen bahar ve doğa betimlemeleri yapıldıktan
sonra kentin güzellikleriyle ilgili beyitlere geçilir. Divan
edebiyatında ilk şehrengizi yazan Priştineli Mesihi’dir.

Hicviye

Bir kişiyi, kurumu, toplumsal olayı, geleneği yeren söz, düzyazı ya da
şiir türüne verilen addır. Hicviye, gazel, kaside, murabba, muhammes
gibi nazım biçimleriyle yazılmıştır. Divan edebiyatında en önemli
hicviyelerden biri Nef’î’nin Siham-ı Kaza’sıdır.
ÖRNEK:

KITA
Şimdi hayl-i suhan-verân içre
Nef’î mânendi var mı bir şair
Sözleri Seba-i Muallâka’dır
İmrülkays kendidir kâfir
Şeyhüslam Yahyâ

(Şair, "şairler içinde Nef’î'nin bir eşi yoktur. Onun şiirleri Kabe’nin
duvarlarına asılan şiirler gibi güzeldir ve sanki o kafir, İmrülkays’ın
ta kendisidir" diyor. Kafir aynı zamanda beğenmeyi ifade eder.
Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi över gibi görünüyor ama "Seba-i Muallâka"
Kabe henüz putperestlerin elinde iken oraya asılan şiirlerdir.
İmrülkays ise şiirleri Kabe’de asılı ve müslüman olmayan bir şair.
Sonuçta Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi "kafirlikle" suçluyor

KITA
Bize kâfir demiş mütfî efendi
Tutalım ben anca diyem Müselmân
Varılınca yarın Rûz-i Cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalan
Nef’î

(Nef’i de bu kıtayla Şeyhülislam Yahyâ’ya yanıt veriyor. "Müftü efendi
bana kafir demiş. Tutalım ben de ona Müslüman diyeyim. Ama yarın Rûz-i
Ceza’da ikimiz de yalancı çıkarız. Çünkü kafir olan kendisidir.")

Hezliyat

Alaylı bir dille kaleme alınmış nazım türüdür. Kaba şakalara,
taşlamalara ve sövgülere yer verilir. Hezeliyat olarak da bilinir.
Hezliyatta zarif bir nükte ya da güzel bir manzum bulunur. Konu şakayla
karışık alaylı bir dille anlatılır. Nev’izade Atai’nin Bahayi-i Küfri
eseri bu türün örneğidir. Bayburtlu Zihni’de hezliyatın usta
şairlerindendir.

Tarih düşürme

Önem verilen bir olayın, yılını göstermek üzere ebced hesabıyla bir
cümle, biz dize ya da beyit söyleme sanatıdır. Tarih dizesinin bütün
harfleri hesaplanarak söylenenlere tarih-i tam, yalnız noktalı harfler
hesaplanacaksa tarih-i mücevher, yalnız noktasız harfler esas
alınacaksa tarih-i mühmel denir. Bazen dizedeki harflerin sayı
değerlerinin toplamı tarihi tam olarak göstermez. Bu tür tarihlere de
tamiyeli tarih denir.

Muamma

Belli kurallara göre düzenlenip çözülebilen ve yanıtı tanrının
sıfatlarından biri ya da bir insan adı olan manzum bilmecedir. Muamma
beyit, kıta gibi küçük nazım biçimleriyle yazılır. Ama mesnevi
parçalarıyla yazılmış muammalara da rastlanır. Ali Şir Nevai, Fuzûlî,
Nâbî, Kınalızade Ali Efendi, Sümbülzade Vehbi ve Fitnat Hanım’ın
yazdığı çok sayıda muamma vardır. Edirneli Emrî Çelebi ise 600'den
fazla muammasıyla bu alanın en ünlü şairidir. Örnek:

Bende yok sabr ü sükûn sende vefâdan zerre
İki yoktan na çıkar fikr idelim bir kerre
Nâbî

(Bu beyitte yok anlamına gelen iki edat var. Bunlar "nâ" ve "bî". Bu edatlar bize beyitteki ismi veriyor. Yani Nâbî




Lugaz

Herhangi bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan
manzum bilmecedir. Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur.
Muamma’dan farkı konusunun daha geniş olmasıdır. Çoğunlukla soru
biçiminde düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin
ipuçlarının bulunmasıdır. Divanların son bölümlerine konur. Eğlendirici
ve öğretici olanların yanısıra öğretici ve dinsel lugazlar da vardır.
Lugazlar yazarlarının imzasını taşıdığından halk edebiyatındaki
bilmeceden ayrılır. Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne gördüm", "Ol
nedir kimdir" ya da "Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar.
Örnek:

Nedir kim ol iki yüzlü münâfık
Nümâyan çihresinde levn-i âşık

Gezer dünyayı hem bî-dest ü pâdır
Mukim-i hâne-i ehl-i gınâdır

Teâl-Allah nedir anda bu kudret
Yemez içmez virir dünyaya nî’met

Gehi Müslim kıyâfetle be-didâr
Gehi şekl-i firengide nümûdâr

Kırılsa pâre pâre olsa amma
Zarar gelmez ana bir türlü kat’â

Yatar zir-i zemînde hâke yek-sân
Semâda adıdır mihr-i dirahşân

Eğer kim olmasaydı kalbi fasîd
Cihânda olmaz idi kadri kâsid

Yeter vasf eyledin ol bî-vefâyı
Yanından gitmese virmez safâyı
Sünbülzade Vehbî

(Şair bu lügazda "altın"ı anlatıyor

Dariye

Divan şiirinde ev ile ilgili kasidelere dariye adı verilir. Divan
şairlerinin caize (armağan alma) amacıyla ortaya çıkan fırsatçılıkları
sonucu gelişmiş bir türdür. Bazıları gazel tarzında da yazılmıştır.
Yeni yaptırılan köşk, saray, yalı benzeri binalar için yazılır. Şair
eserden çok az bahseder hemen yaptıranı övmeye geçer. Binalar için
hazırlanan kitabeler de bir tür dariye sayılır.

Rahşiye

Atlar için yazılmış kaside. Nesib bölümünde atlar övülür. Nef’î’nin IV. Murad’ın atlarını övdüğü rahşiyesi meşhurdur. Örnek:
Bâreka’llâh zih’i rahş-i humâyun-sîmâ
Ki komuş nâmını sultân-ı cihan bâd-ı sabâ

Ne sabâ sâika dersem yaraşır sür’atte
Ki seğirdikten ana sâyesi ile pâ-der-pâ

Bırakır anı dahi sâyesi gibi yolda
Olsa ger şâtır-ı endişe ile pâ-der-pa

Düşmeden sayesi hak üzre eder âlemi
Sehv ile rakibi göserse ihâna irhâ

Kuş yetişmez der idim olmasa tayyâr eğer
Eremez gerdine zîrâ ki ne sarsar ne sabâ
Nef'î
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http:///www.refleksforum.com
 
Divan Edebiyatı hakkında herşey
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Tum Divan Edebiyati Ozellikleri
» Dİvan Edebİyati Nazim Şekİllerİ
» Yüzyıllara göre Divan edebiyatı
» Divan Edebiyatında Düzyazı
» Divan Şiiri Nazım Biçimleri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
|Refleks|-Oyun,Tasarım,Film,Program,Tek link,İndir :: Eğitim E-Book :: Türkçe - Edebiyat-
Buraya geçin: